TP FORUM

Türkiye Partisi FORUM Sayfasına girmek için FORUM Yazan Yere Tıklayın.

FORUM————FORUM

Yanıt

  1. konuşmalarını televizyondan izledim eğer ki siyaset değilde türkiye geleceği için konuştuğunuz gibi partinizin sonuna kadar bu şekilde gideceğini inanıyor ve inandırabiliyorsanız bende partinize üye olmak isterim ve nasıl başvurabilirim.

    • öncelikle bu oluşumda yerlacak olan arkadaşlara şimdiden çok teşekkür ederim
      benim fikrik en yakın ilçe teşkilatına giderek görev alarak başlamanızı tavsiye ederim

  2. uzun zamandır beklediğim güzel haber geldi bu güne kadar hiç bir siyasi partiye oy atmadım ve taraf olmadım ama artık benimde bir partim var Türkiye partisi en kısa zamanda partimize üye olup çalışmalarında aktif olarak görev almak isterim.
    bu güzel yolda Allah utandırmasın diyerek milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını dilerim.

  3. Türkiye Partinin hayırlı olmasını diliyorum.
    Türk Milletinin ve siyasetinin ihtiyacı çok var milletimiz heyecanla bekliyor .Sayın Başbakanımız ALLAH C.C
    doğru yürüdüğünüz yolda yar ve yardımcınız olsun.Bizleride doğrunun yanında muafak eylesin.

  4. KURMUŞ OLDUĞUNUZ TÜRKİYE PARTİSİ TÜRK HALKI İÇİN HAYIRLARA VESİLE OLSUN BU UĞURDA BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLERİM. BEN ANTALYA İLİ KUMLUCA İLÇESİNDE İKAMET ETMEKTEYİM TÜRK TİCARET BANKASINDAN EMEKLİYİM EĞER GÖREV VERİRSENİZ İLÇE BAŞKANLIĞINI EN İYİ ŞEKİLDE YÜRÜTECEĞİMDEN HİÇ ŞÜPENİZ OLMASIN ÇALIŞMALARINIZDA BAŞARILAR DİLERİM.

    • kurulan bu parti tüm halklara hayırlı olsun. Sen, ben ayrımı yaapmaasın. herkese eşit mesafede dursun. sizci bizci olmasın inşallah.

  5. İslam Alemi,Türkiyemiz,tüm insanlığa hayırlara vesile olması temennisiyle başarılar dilerim.

    H A Y I R L I O L S U N

  6. tüm vatandaşlarımıza hayırlı olsun. ben diyarbakırda Türkiye Partisi için ne gerekiyorsa varım. Allah yardımcımız olsun. teşkilatta görev almak istiyorum ben ve tüm kardeşlerim bu partiyi sonuna kadar destekliyecez.

  7. Başta Sayın Abdul Latif Şener olmak üzere bu partiye gönül verenlerin hespini kutlar, Türkiye Partisinin milletimize ve vatanımıza hayırlı olmasını dilerim. İstanbul/Fikirtepe de 23 senlik esnaf olup buradaki parti çalışmalarında kurulumundan itaberen aktif olarak görev almak isterim.

  8. Aleviler bu parti tarafından dışlanacakmı yoksa varlıkları kabul edilecekmi? Kısaca alevilere bakış açınız nedir?

    • Genel Başkan Abdullatif Şener hakkında biraz bilgi edinirseniz bu sorunuzun cevabını almış olacaksınız.

  9. Verdiğiniz cevapla ne kadar höşgörülü olduğunuzu gösterdiniz. Yine takkiye

  10. Öncelikle türkiyem partisinin kuruluşu ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olsun. Osmaniye il teşkilatının kurulması hususunda yer almak istiyorum talebimin değerlendirilmesini arz ederim.

  11. Türkiye partisinin Türkiye için bir dönüm noktası olmasını çok istiyorum. Türkiyeyi güzel günler bekliyor…

  12. TÜRKİYE PARTİSİNİN KURULMASI SİYASETTE HEMEN HER BASAMAKTA GÖREV ALMIŞ OLAN BEN VE ARKADASLARIMI MEMNUN ETTİ.BÖYLE BİR OLUŞUMA ÜLKEMİZİN İHTİYACI VARDI.BEN VE ARKADASLARIM SADECE 500 KADAR KİŞİ TÜRKİYE PARTİSİNE DESTEĞİMİZİ KOCAELİ DEN VERECEĞİZ.İKTİDARA YÜRÜMEK İÇİN TÜM ÇALIŞMALARIMIZI YAPACAGIZ.ÜLKEMİZE HAYIRLI OLSUN.ÜLKEMİZİN İKTİDARI OLSUN.SAYGILARIMLA.

  13. ÜLKEMİSE BÖYLESİ BİR PARTİ GEREKLİYDİ İNŞALLAH HAYIRLI OLUR, ÜLKEMİZ SELAMETE KAVUŞUR.BÜTÜN VATANDAŞLARIMIZ BİRRİLERİNE
    GÜVENCESİ OLUŞUR BU GÜVENCEYİDE İNŞALLAH
    TÜRKİYE PARTİSİ SAĞLIYACAKTIR.HER ZAMAN DESTEKLİYİÇİSİ OLACAKTIR.

  14. sayın şener
    diğer partilerden farkınız olmasını istiyorsanız üreteceğiniz çözümlerin ülkenin önde bilim adamlarıyla beraber alınmasını dilerim.

  15. sn. ABDULLATİF ŞENER önümüzdeki seçimlerde akp kadrosundan büyük kayıplar verebilir (istifalar) o kayıpları siz kendi bünyenizde topladığınız vakit akp nin ilk seçimlerdeki gibi büyük bir patlama yapabilirsiniz çünkü akp kıyamete kadar iktidarda kalcak hali yok halk değiştirmek istiyecektir büyük ihtimal bende partinizin bünyesinde yer almak istiyorum türkiye genelinde sizi meclise taşıyacak oy potansiyeline sahibim birkaç görüşmeler çerçevesinde birlikte ve beraber hareket edersek büyük bir patlama kaçınılmaz ayrıca karakeçi aşiretine bensubum o yönden de büyük destekler alabiliriz saygılarımla

  16. sn.ABDULLATİF ŞENER önümüzdeki genel seçimde kesin olarak akpyi yıkan kişi olcaktır benden bu teşkilatın içinde bulunu canla başla görev almak isterim yeni kurucu il bakanımızda atandı kocaeli kurucu il başkanı hüseyin zeytinci kendisi eski izmit sanayi odası başkanıdır kocaelinde iyibir başlangıç yapacağından emin saygılarımla

  17. kocaeli gölcükten sevgiler le yeni bir siyaset anlayısının ayak seslerını duyuyorum temiz ve durust sıyaset geliyor adamcılıga son torpıle son inanıyorum bu temiz siyaset anlayısını Turkıye ye TÜRKİYE PARTİSİ GETİRECEK allah yardımcımız olsun ıyılerın durustlerın her zaman allah yanındadır durustluk ten odun vermemek dılegımle sayın ABDÜLLATİF ŞENERE ve teşkilatına basarılar dılerım YOLUNUZ ACIK OLSUN DUALARIMIZ TEMIZ DURUST TESKILATINA

  18. değerli hemşerim ben sivas yıldızeli şeyhalil köyündenim ama yaklaşık yirmi beş yıldır istanbul esenyurtta oturmaktayım sizinle tanışmak ve esenyurttaki ilçe teşkilatınızda görev almak istiyorum eğer kabul ederseniz sevinirim 0536 665 98 16 cebim

  19. Ey guzel insan,ey Türkiye nin lideri,kurtarıcısı,Sayın A.Latif ŞENER Bey.Sizin kişiliğiniz ve düşünceleriniz siyasete ilk adım attığınızda bile ilk duyup etkilendiğim,kücüklügünüzde bile köyün halkını önünüze katıp eksiklerni hasarlarnı o kücük yasta kımseyi yan gelıp yatmaya bırakmayısınızdır.ALLAH ım guzellıklernı sızden ve sevdıklerınızden esırgemesın.Vatanımın namusu ay yıldızı bayragıyız.En güzel örnek kurtulus savasımızdır.AKP durmak yok yola devam……, anlayamadım.Burdan hükümete de demeden gecmek ıstemıyorum.kelime hazinesi agzına doldurmus,beden dili ile vatandası perısan hale getırdın be adam.Hangı yol bu ne ayaksınız .Bütün TÜRKİYE PARTİSİ gönüldaslarına buradan saygılarımı sunarım.Sayın baskanımız belkı gormuyorsunuz bızlerı ama yanındayız ıcınız rahat yolunuz acık olsun.ALLAH a emanet olun…

  20. tüm kurucu il başkanlarımıza başarılar dilerim.

  21. Sayın Genel baskanım ,İstanbul Bahcelıevler ılce baskanlıgı ıcın onayınızı ve talımatlarınızı beklemekteyım.TEL.0.543.827.46.58 TÜRKİYE PARTİSİ Gönüldaslarına saygılarımı sunarım.ALLAH a emanet olun.

  22. Öncelikle bur kuruluşun tüm milletimize hayırlara vesile olmasını mevladan niyaz ederim.
    Yukarıdaki yazılardan okuduğum kadarıyla birbirimizi överek geçen vakti , eksiklerimizi eleştirerek tamamlayıcı bi rolle geçirirsek daha hayırlı olur inancındayım.Bundan yola çıkarak Bursa dan katılmak istediğim bu hareket için nereye başvuracağımı kiminle iletişime geçeceğimi bilemiyorum.Oluşumun resmi internet sitesi ve iletişim alt yapı eksikliğini benim gibi birçok fikir dostumuz hissetmekte ve bir araya gelememekte.Bence genel merkez ve il başkanlıklarının iletişim alt yapılarına öncelik vermesi gerekmektedir.Ki aynı yolu yüreyecek insanlar bir araya gelerek oluşumun hızlanmasına yardımcı olabilsin.Teşekkürler.
    Tel : 0554 462 44 17 BURSA
    Bilgi verilirse memnun olucam.
    Tekrar teşekkürler.

  23. Türkiye Partisi iyi bir oluşumdur…!neden Sayın Abdüllatif Şener’i önceki siyasi yaşamından tanıyoruz.Kendileri dürüstlükte,çalışkanlıkta hemen ön plana çıkan isimlerdendir.Zaten önceki siyasi partiye yakışmayan bir kişiliği vardı…Yalnız benim endişem şudur Kadrolaşırken İl Kadrolarını oluştururken ne kadar araştırma yaptığı ne kadar sağlıklı kadrolar kurduğu gelecek için önemlidir…Mesela Antalya İl başkanını yakınen tanıyoruz….Antalya için yaptıkları ortadadır İnşaat şirketi sahibi olan zatın devam eden birsürü davası bulunmaktadır…Antalya iş dünyası yakından bilmektedir.Dürüstlüğü konusunda Abdüllatif Şener beyin çizgisinde olup olmadığı ortadadır…Sayın Abdüllatif şenere seslenerek; Antalya İl başkanı Hakkında yaptığı araştırmayı tekrar gözden geçirip hatta derinleştirerek sonuçlarını değerlindirmesi konusunda uyarmayı vatandaşlık görevi olarak algılıyorum…saygılarımla

  24. Bugün İstanbul Beşiktaş Balmumcuda Parti Bürosunda
    Sayın Yasemin Öney Cankurtaran,Sayın Murat Akdeniz,Sayın Halil Özyolcu ile tanıştık. İstanbulun Farklı ilçelerinden gelen Arkadaşlar vardı. Çok Güzel Bir ortam vardı Türkiye Sevdalılarını Gördük.Sohbet ve Tanışma Esnasında Beylikdüzünden Gelen Sosyal Demokrat Görüş Mensubu Arkadaşımızla ve Şahsım Muhafazakar Bir Ailenin Çocuğu ve Siyasi Bir Anlayışı olan Bir kişi olarak beraber bulunabiliyorsak Fikirlerimizi paylaşabiliyorsak ve Anlaşabiliyorsak Artık Kimlik Siyaseti-Din Siyaseti ve İnsanları ayrıştırcı kamplara bölen siyaset bittiği aşikardır.İnsanları Birbirinden Ayrıştırcı,Ayırıcı Siyaset yolu kapanmıştır. Bizler Bir Ağacın Kökleri,Gövdesi,Dallarıyız,Birbirimizden Ayrılamayız. Bu Siyasi Anlayış Hoşgörü Saygı ve Vatan Sevgisi ile Vatanın Bütün Köşesine Kavuşacak ve Kaplayacaktır.Saygılarımla Abdullah Elmas

  25. hayırlı ugurlu olsun

  26. slm ben mahmut akkuş hatay reyhanlı ilçe teşkilatına talibim BİLGİLERİNİZİ ARZ EDERİM SAYGILARIMLA TÜRKİYE CEP 05342555545

    • mahmut bey web sayfamızdaki iletişim sayfasında telefon, fax numaraları var oradan parti merkezini arayarak iletişim sağlayabilirsiniz.

  27. TÜRKİYE PARTİSİ TÜRKİYE için hayırlara vesile olmasını niyaz ederim allah yolumuzu açık eder inşaalah saygılarımla muammer DEMİR 0532 3212153

  28. Türkiye partisi hepimize hayırlı olsun… Sonuna kadar sayın genel başkanımızın yanındayız eskişehir teşkilatında görev almak istiyoruz bizler kafkas kökenli ailelerin fertleri olarak eskişehirde partimizde aktif görev almak iztiyoruz bu konu ile ilgili bizlere bilgi verirseniz seviniriz.. Yüce rabbim yolumuzu açık etsin inşallah saygılarımla ceyhun uzun 0 532 344 09 88

    • sayfamızdaki iletişim bölümünden genel merkez telefon, fax ve adresine ulaşabilir ve detaylı yardım ve bilgi alabilirsiniz.

  29. Hayırlı Akşamlar Miraç Kandilinizi Kutlar
    Nice Kandillere Kavuşmak Dileğiyle….

  30. TÜRKİYE’DE SİYASET; TÜRKİYE PARTİSİ’NE RAĞMEN ALTERNATİFSİZ OLAMAZ!

    Kimi aklıevveller; Türkiye’nin siyaseten yönetiminden memnun olmadıklarını, ancak bir alternatifin olmadığını söyleyedururlar. Bilinmelidir ki, aynı idrak yoksulu çevrelerin tarihteki akrabaları da, aynı müflis öngörüleri bu aziz millete geçtiğimiz asrın başlarında reva görmüşlerdi.

    Ancak onlar o gün milletin sinesinde yatan alternatifi öngörememişlerdir. Dünyanın bilinen en eski kıtası Asya’da, cihanın istikametini değiştirecek boyutta insanların artık yetişmeyeceği kanısının tüm Dünyada yaygın olduğu bir dönemde, Anadolu insanını yöneten zümrelerin “Bu millet adam olmaz” düşüncesini dillendirdiği ve istilacı devletlerden medet umulur hale gelindiği 1900’lü yılların ilk çeyreğinde, bir milletin bağrından çıkarak benzer tüm nazariyeleri iflas ettiren bir alternatif deha ve derinliğin adıdır, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.

    Bu asrın ilk çeyreğini yaşadığımız bugünlerin çilelerle dolu şartlarını, yeniden millet lehine şekillendirecek ve milletin bağrından özgün bir alternatif olarak doğmak üzere olan TÜRKİYE PARTİSİ ve sayın lideri Doc.Dr. Abdüllatif ŞENER’i görememek ferasetten uzak gözlerin kusurudur, yüksek öngörü sahibi bu aziz milletin değil.

    Tarih, bir zerre kadar tekerrürden ibaret ise; TÜRKİYE PARTİSİ en yakın atinin iktidar alternatifidir.

    Fahrettin KORKMAZ
    21.07.2009/ADANA

  31. Onurum ömrümden uzun olsun diyen bir milletin iktisadiyatı mahvedilmiştir. Devlet ve millet borçlandırılmıştır. Türk milleti fert fert borç batağına itilmiş ve fukaralığa mahkûm edilmiştir.

    Yoksulluk girdabında çırpınan milyonlarca insanımız, yardım ve iaşe şırıngasıyla, kömür ve paket serumuyla, ölüm uykusunun bir beri merhalesi olan utanç uykusuna daldırılmıştır.

    BUGÜN BU GARABETİN VE BU İTİLMİŞLİĞİN BİTİŞİNE BİR LİDER ÖNDERLİK EDECEKTİR.
    O; BU AZİZ MİLLETİN SİNESİNDE FİLİZLENMİŞ BİR DÜRÜST VİCDANLI LİDER!

    EVET! ANLAMIŞ OLDUĞUNUZ GİBİ O LİDER; SAYIN DOC.DR. ABDÜLLATİF ŞENER!

  32. TÜRKİYE PARTİSİi’ne gönül vermiş kıymetli değerler, Türkiye’nin geleceğini arayan tüm sevenler! Hür, müreffeh ve aydınlık günlerin yegâne teminatı siz Eyl Türkiye sevdalıları!

    ŞİMDİ SEVİNİN! VE BAŞLARINIZI GÖĞE YÜKSELTİN!

    ÇÜNKÜ GELEN; TÜRKİYE’DE BEKLENEN LİDER! ÇÜNKÜ GELEN; MİLLETİMİZİN “DÜRÜST VİCDAN”I SAYIN DOC. DR. ABDÜLLATİF ŞENER!

    EVET ŞİMDİ SEVİNİN! VE BAŞLARINIZI GÖĞE YÜKSELTİN

    Fahrettin KORKMAZ
    21.07.2009/ADANA

  33. UNUTMAYINIZ Kİ;

    ANADOLU İNSANINDAN BUGÜNE KADAR ESİRGENMİŞ OLAN ADALET, KALKINMA, HÜRRİYET, DEMOKRASİ VE MÜREFFEH BİR YAŞANTININ HABERCİSİ OLAN AYDINLIK VE PARLAK BİR GELECEK, TÜRKİYE PARTİSİ İLE GELECEKTİR.

    YİNE UNUTMAYINIZ Kİ;

    TÜRKİYE PARTİSİ, MİLLETİMİZİN “DÜRÜST VİCDAN”I SAYIN DOC. DR. ABDÜLLATİF ŞENER İLE GELECEĞİN AYNASINDA YENİ VE AYDINLIK BİR DÖNEMİ YANSITACAKTIR.

  34. O’NA;

    TÜRKİYE PARTİSİ GENEL BAŞKANI VEYA SN. DOC. ABDÜLLATİF ŞENER DİYEBİLECEĞİNİZ GİBİ,
    HERKESİN ANLAYABİLECEĞİ BİR LİSAN İLE “MİLLETİN DÜRÜST VİCDANI” DA DİYEBİLİRSİNİZ. HATTA VE HATTA O’NU “DÜRÜST VİCDAN” OLARAK ÇAĞIRABİLİRSİNİZ.

    ŞİMDİ MEYDANLAR, DEMOKRASİ KÜRSÜLERİ VE ŞİMDİ TÜM ANADOLU, DÜRÜST VİCDANI BEKLİYOR. HOŞ GEL DÜRÜST VİCDAN! DERTLERİMİZ KATMERLEŞTİ BAK! KOŞ GEL DÜRÜST VİCDAN!

  35. TÜRKİYE PARTİSİ;

    MİLLETİMİZİN “DÜRÜST VİCDAN”I
    SAYIN ABDÜLLATİF ŞENER İLE GELECEĞİN AYNASINDA YENİ VE AYDINLIK BİR DÖNEMİ YANSITACAKTIR.

    21.07.2009/ADANA

  36. ADANA İL GENÇLİK KOLLARI BAŞKANI KİMDİR? HAYIRLI AKŞAMLAR

  37. sayin genel başkanim saygi ve şükranlarimi arz ederim ayr.ca patimizin kürüçü merkez yönetim kürülüna saygilarimi arz ederim ayrica yeni görev alan il ilce başkanlarini ve yönetim kürülü üyelerine başarilar dilrim sayin genel başkani sivil toplüm teşkilatlarina ağirlik verelim sayin genel başkanim başarili olcağiniza yürekten inaniyorüm halkimizin istegi talepide bü tükiye partisi bir anönce atağa kecmeli sayğilarimla

  38. Sizi çok iyi anlıyorum ancak birşeylerde yapmak lağzım.Evet belki bizler azda olsa dönen dolapların farkındayız o kadar çok insan varki yazılan seneryoyu yaşayan.Belki benim senin yada diğer arkadaşların yapacağı bir şey yok ama yinede yapılacak ları arayıp bulmak gerekir .

    Size kaplumbağa hikayesini anlatmak istiyorum; kaplumbağa hacca gitmeye karar vermiş ve düşmüş yollara yolda karıncaya rastlamış karınca sormuş ”nereye kaplumbağa arkadaş” kaplumbaya duygu dolu ”haca gidiyorum karınca kardeş” karınca kahkahayla gülmüş alaylı bir şekilde ”senin bu gidişinle ömrün yetmez nasıl gideceksin”Kplumbağa kararlı ve tok bir sesle” karınca kardeş neden güldün hacca gidemesemde yolundada mı ölemem.” demiş ve yürüyüp gözden kaybolmuş karınca öylece kalmış.

    Sevgili arkadaşım bugün belki birşeyler yapamayız ama yarının ne getirecegini kimse bilmez,en azından dostlarımıza sitede bizlerle paylaşıma giren arkadaşlarımıza vahşi kapitalizmin zehirli oklarından kurtulmanın yolların anlatabiliriz .Kendimden örnek vermek istiyorum ;biliyorsunuzki kredi kartları dünyayı yönetenlerin insanları köleleştirme politikasıdır,bizde kıredi kartı kullanmamaya çalıaşalım ben kullanmıyorum ,ekonomik olarak gücümüzne kadar harcama yapmaya yetiyorsa o kadar harcama yapalım,okumaya ve düşünmeye çok zaman ayıralım,oynanan oyunların farkında olmaya çalışalım,aydınlarımıza sahip çıkalım,özgürlük adına çile çekmiş hapis yatmış insanımızın yanında olalım,yani sevgili arkadaşım imkansızı zorlayalım.

    Global ekonomi diye dayatılan safsataya hayır diyelim.

    Sevgili arkadaşım bizlere ye iç televizyon izle eğlen çılgınlık yap ama asla düşünme canın arabamı almak istiyor al paranmı yok öneli değil biz sana kıredi veriririz ödeyemez misin önemli değil birgün ödersin diyerek düşünmemizi engelledikleri gibi bağımlı hale getiriyorlar.

    Sevgili arkadaşım bunları konuşmalıyız anlatmalıyız bıkmadan usanmadan durdurmaya çalışacaklardır ama onlara boyun egmeyip dimdik durmalıyız eşimizden ,çocuklarımız dan alışkanlıklarımızdan ve sıcak yatağımızdan ayrı kalmak pahasına dahi olsa .Saygı ve sevgilerimle

  39. ÖLÜM UYKUSUNA DALMIŞ MİLLETLERİN TARİHLERİ YOKTUR!

    FAFLET UYKUSUNDAN MİLLETÇE UYANMAK İÇİN ZAMAN TÜRKİYE PARTİSİNİ İŞARET EDİYOR.

    Bugün Lozan barış anlaşmasının 86. yıl dönümüdür. Lozan barış antlaşmasıyla mağdur ve mazlum bir milletin devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, tarih sahnesinde yenen ve kazana taraf ağırlığıyla ağırlanmışken, bugün o müktesep hak ve kazanımlarımız, birtakım iç ve dış mihrakların gaflet, dalalet veya ihanet tuzaklarıyla erozyona uğratılmaktadır. Yenen devlet; Lozan antlaşmasına gururla, yenilen devlet; Mondros antlaşmasına kahır ve endişeyle imza koymuştur. Şimdi hükümet; bugünlerde dillendirmeye başladığı Kürt açılımı ve 15 Ağustos’ta İmralı’daki terörist başı tarafından çizileceği söylenilen yol haritası ile hangi sınıf bir antlaşmaya taraf olacaktır. Onurlu Lozan’a mı veya Onursuz Mondros’a mı? 24.07.2009/Adana

  40. ÖLÜM UYKUSUNA DALMIŞ MİLLETLERİN TARİHLERİ YOKTUR!

    GAFLET UYKUSUNDAN MİLLETÇE UYANMAK İÇİN ZAMAN TÜRKİYE PARTİSİNİ İŞARET EDİYOR.

    Bugün Lozan barış anlaşmasının 86. yıl dönümüdür. Lozan barış antlaşmasıyla mağdur ve mazlum bir milletin devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, tarih sahnesinde yenen ve kazana taraf ağırlığıyla ağırlanmışken, bugün o müktesep hak ve kazanımlarımız, birtakım iç ve dış mihrakların gaflet, dalalet veya ihanet tuzaklarıyla erozyona uğratılmaktadır. Yenen devlet; Lozan antlaşmasına gururla, yenilen devlet; Mondros antlaşmasına kahır ve endişeyle imza koymuştur. Şimdi hükümet; bugünlerde dillendirmeye başladığı Kürt açılımı ve 15 Ağustos’ta İmralı’daki terörist başı tarafından çizileceği söylenilen yol haritası ile hangi sınıf bir antlaşmaya taraf olacaktır. Onurlu Lozan’a mı veya Onursuz Mondros’a mı? 24.07.2009/Adana

  41. DÜRÜST LİDER, ABDÜLLATİF ŞENER

    Bir sevdanın türküsünde şimdi,
    Bir hasretin öyküsünde şimdi,
    Bir inancın ülküsünde şimdi,
    Demokrasi kürsüsünde şimdi,

    Sen varsın, sen varsın beklenen dürüst LİDER
    Başbakan, başbakan gel! Abdüllatif ŞE NER

    Her gönülün sayfasında şimdi,
    Bir başarı destanında şimdi,
    Siyaset meydanlarında şimdi,
    Demokrasi kürsüsünde şimdi,

    Sen varsın, sen varsın beklenen dürüst LİDER
    Başbakan, başbakan gel! Abdüllatif ŞENER

    Edirne’de, Ardahan’da şimdi,
    Trabzon’da Adana’da şimdi,
    Sivas’ında, Şırnak’ında şimdi,
    Demokrasi kürsüsünde şimdi,

    Sen varsın, sen varsın beklenen dürüst LİDER
    Başbakan, başbakan gel! Abdüllatif ŞENER

    Fahrettin KORKMAZ/25.07.2009/ADANA

  42. DEĞERLERİN TAKASI

    İnançlarımızın, değerlerimizin, ruhlarımızın ve masum duygularımızın derinliklerinde taşıdığımız ve bir zamk tutnaklığı ile çağlar boyu onurla koruduğumuz zengin tarihsel kıymetlerimizi, kısa vadeli menfaatler ve hesabı yapılan sinsi planların hedefe ulaşması için, siyaset kantarında takas etmeye mecbur edildiğimiz günleri yaşamaktayız.

    Siyasi mazimizin çok uzak olmayan periyotlarında zor dönemler geçirdik milletçe. Zaman geldi bir kısmımız sağcı olduk, diğer yarımız solcu. Bir kısım nesil; ülkemizi komünizme karşı savunma refleksi ile Moskova’ya kafa tuttu, uykusuz geceler geçirdiler ve çile cenderelerinde geçen yaşam serüvenlerini ömür yazgısı olarak kabul ettiler. Diğer bölüm bir jenerasyon ise; onurlu yaşam, eşit, adil ve hakça bölüşüm tarifleriyle sosyalist ideolojinin bu topraklarda hâkimiyeti için darağaçlarını göze aldılar.

    Yine inanç ve iddia sahibi öyle nesiller gördük ki; Turan ülküsü peşinde çileli günlere, karanlık hücrelere ve idam sehpalarına halaya katılış gururuyla yürüdüler. Bu ülkenin nice dağ eteklerine yazılmış, her fikir ve düşüncelerin mahsulü, nice ifadelerin serpiştirildiğini gördük. Zaferin ancak İslam ile gelebileceğini haykıran, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganlarını seslendiren ve en sonunda da, savundukları ideolojilerinden yargılanıp soğuk hücrelerde güneşin ışıltısına hasret bir kuşağın siyasi serüvenlerine şahit olduk.

    Ancak sayılan bu kesimlerin hiçbir cenahında; ülkenin üniter yapısına, birliğine, beraberliğine, bağımsız yapısına ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine tezat bir ayrışım, bölücülük ve öz değerlerden sapma olmamıştır. Bu milletin suçlu bulunan her evladı, darağacında son sözleri sorulan her ölüm mahkûmu bile, “Yaşasın bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm” veya “Yaşasın Bağımsız Türkiye, kahrolsun faşizm” slogan ve inancıyla gözlerini yummuşlardır.

    İdeolojik ayrılığı yaşamakta olan her kesimin ortak paydasında bile; vatanın varlığı, ülkenin bölünmez bütünlüğü esas alınmıştır. Her ayrı kesim; en azından bağısızlığımızın derin simgesi olan bayrağımızın sevgi ateşinde buluşabilmişlerdir. Uzun tarihimizde, hiçbir etnik ayrım ve ırki kavgamız olmamıştır. Türk ile Kürt, Laz ile Gürcü, Abaza ile Boşnak ve bilmem hangi tebaadan olan ile diğer zümre halkları; biri birilerinin fikri yoldaşları, sırdaşları, hısımları, akrabaları, kankaları ve siyaset arkadaşları olmaları yadırganmayacak gerçeklerimiz olmuştur.

    Bize ne oldu da, bu paha biçilmez altın değerlerimizi son yedi yıl içerisinde yitirme sürecine girdik. Bizler üç yüzyıl boyunca Selçuklular döneminde bir ve beraber olduk ve değerlerimizi satmadık ve takas etmedik. Altı yüzyıl süren Osmanlı döneminde, kıymetlerimizi kaybetmedik ve hiçbir plan ve açılıma konu ederek heba ve takas etmedik. Cumhuriyet’imizin 2000 yılına kadar olan geçmişinde, Türkiye’nin temel dinamiklerine kast manasına gelebilecek ayrışmış, öteleşmiş, farklılaşmış, bölünmüş ve başkalaşmış fikirlere Anadolu’nun hiç bir köşe ve bölgesinde rastlanmamıştır.

    Bize ne oldu da; AB ve ABD’ nin politik dayatmalarıyla yeşeren bölücülük hareketleriyle birlikte; vatanseverliğimiz, milletseverliğimiz, bayrak severliğimiz ve ruhlarımızın derinlerinde muhafaza ettiğimiz müspet değerlerimiz tartışılır hale getirilmiştir. Bize ne oldu da; özgürlük, demokratikleşme ve açılım söylemleriyle maskelenmiş meçhul emeller ile bin yıllık değerlerimiz aynı kefeye konularak, siyasi olarak bir takas tezgâhında sorguya alınmıştır. Söyleyin bize, sizce ne olmuştur?

  43. ÖLÜM UYKUSUNA YATMIŞ MİLLETLERİN TARİHLERİ YOKTUR

    Halimiz normal bir uyku hali değildir. Halimiz Ölüm uykusudur. Milli yükseliş ülküleri olmayan topluluklar, ölüm uykusuna yatmış milletlerdir. Cezayirli feylesof Malik Bin Nebi’nin ifadesiyle; Ölüm uykusuna yatmış milletlerin tarihleri yoktur. Olsa olsa efsanevi zorbaların veya mitolojik kahramanların büyüleyici çehrelerinin cirit attığı kâbusları veya rüyaları vardır.

    Anadolu insanı bugün talihsiz bir tarihi süreci yaşamaktadır. Yaşayan son Türk devletinin, imanımızın son kalesi Anadolu coğrafyasının ilelebet yerkürede milletimizin secdegahı olarak kalması noktasındaki inanç ve gayretlerimizin bugün; düne göre daha ziyade olma mecburiyeti vardır.

    Türkiye´de AB´ye ortaklık hayali uğruna 90’lı yıllarda yapılan taviz ve anlaşmalarla başlayan süreç, gerçekte AB yanlısı bile olmayan takiyye siyasetinin iktidarı döneminde, daha da derin siyasi çıkmazlar ülke gündemine adeta hiç kalkmamak üzere oturmuştur. Bir hayale ulaşmak için, biz ısrar ettikçe dış mahreçli muhataplarımız, yapılamayacak müeyyideleri sıraya koymaktadırlar. Türkiye artık verilecek bir şeyi kalmadığını anlamak ve bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Türkiye, AB´ye ortaklık hayalinden vazgeçip milli yükseliş alternatifini kendi ruh ve dirayetinde yaratmadığı takdirde, bin yılda karılmış Anadolu insanının beraberlik sebepleri ve birliktelik harcı, Türkiye teknesinde bir trajediye ve bir acıya dönüşecektir.

    20.asrın ilk çeyreğinde tarihin esaret kafeslerinden aydınlığa kanat çırpan bu milletin siyasi iradesi, yükseklere tırmanarak, vatan semalarında yücelmiş ve bir bağımsızlık kartalı olmayı başarabilmiştir. O gün merhamet bulutları, tarihin ateş mazgallarında cendereye sıkıştırılmış fukara bir milletin üzerine sağanak sağanak istiklal direnci yağdırmış ve tüm dünyanın, iflahı mümkün olmayan “Hasta adam” nazarıyla baktığı Osmanlı’nın küllerinden yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin vücuda getirilmesi başarılabilinmiştir.

    Bugün aynı düşman, yine Türk milletini tarih sahnesinden silmek için amacından hiçbir sapma göstermeden gayretlerine geçmiş hatalarından da dersler çıkartarak devam etmektedir. Ölüme gidişi diriliş telakki eden bir milleti yok etmenin zorluğunu aldığı derslerle iyi ezber eden emperyalist güçler, Türk milletini yıkmak, bölmek ve parçalamak için yeni sinsi senaryoları harekete geçirmişlerdir. “Onurum ömrümden uzun olsun” diyen bir milletin iktisadiyatı mahvedilmiştir. Devlet ve millet borçlandırılmıştır. Türk milleti fert fert borç batağına itilmiş ve fukaralığa mahkûm edilmiştir. Yoksulluk girdabında çırpınan milyonlarca insanımız, yardım ve iaşe şırıngasıyla, kömür ve paket serumuyla, ölüm uykusunun bir beri merhalesi olan utanç uykusuna daldırılmıştır.

    Anadolu insanının kanları ile hudutları çizilen ve tarihin tapu kayıt arşivine bir misak-ı milli manifestosu olarak kaydı düşülen bu şüheda coğrafyası; ebediyete kadar bu necip milletin yurdu olmaya devam etmesi için, basiretle yeniden teyakkuz haline geçmek zorundayız. Ve yeniden yüz yıl öncesinde olduğu gibi, ceset haline benzeyen bu ölüm uykusundan ayılmak ve ayağa kalkmak zorundayız.

    Umudun, inancın, özgürlüğün, birliğin, beraberliğin, barışın ve kardeşliğin adresi bu topraklarda, kollektif haldeki bağımsızlık karakterimizden alacağımız güç ile şer ve ihanet odaklarının, arzuladıkları eylem ve şarlatanlıklarını icra etmelerine sonsuza kadar müsaade etmeyeceğiz. Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe memleketimizin, kimliğimizin, düzen ve töremizin ve Türkiye cumhuriyeti’nin üniter yapısının sarsılmasına kıyamete kadar hiçbir şekilde imkân vermeyeceğiz. Bir feylesof ve mefkûre adamının tespit ve söyleminde olduğu gibi, Şer´e lanet edeceğiz. Ancak şer kapıya dayandığında da, şer’e karşı mücadele etmeyen ve elzem olan gayretten dönene de lanet edeceğiz.

    Hiç, ama hiçbir zaman unutmamalıyız ki; bizler ellerimizi kardeşlik duygularımızla birleştirmediğimiz ve biri birimize olan güvenimizi bin yıldır olduğu gibi, yine aynı ruh ve inanç havuzunda perçinlemediğimiz takdirde, “Emperyalist güçler” ve “Kan emiciler” pis ellerini bu topraklar üzerinden çekmeyeceklerdir.

  44. NELSON MANDELA İLE GÜNEY AFRİKA HALKI;
    ARTIK ÖZGÜR OLMAKTA ÖZGÜRDÜR.

    İkinci Dünya savaşı sonrasında özellikle Hollanda ve bir kısım Batı ülkelerinin müstemlekesi durumundaki Güney Afrika’daki olmayan özgürlük, insan hak ve hürriyetleri ile Dünya’nın herhangi bir bölgesindeki zorbalığı ve zulmü aynı ayar bir terazide tartıya koymak; bilimsel olarak, sosyolojik olarak ve tarihsel olarak ve vicdani olarak abesle iştigaldir.

    Özellikle 1948 yılındaki zorba ve dayatma yöntemleriyle iktidara gelen bugünün demokrasi sözcülerinin o günlerdeki babaları, Güney Afrika’yı insan haysiyet ve onurunun ölesiye aşağılanmış metotlarıyla gözyaşı ve kan içinde uzun süreler yönetmişlerdir.

    Beyaz beylerin “Ulusal Parti”sinin uydurma politikalarıyla ve devletin hak ve eşitliği olmayan zalim yasalarıyla Güney Afrika halkı; İnsan olma şerefinin haricinde bir eşya, bir mal ve bir hayvan değersizliği ile yarım asrı geçen bir müddet ile bugünün demokrasi havarilerinin haysiyetsiz babaları tarafından insafsızca ve gaddarca yönetilmiştir.

    Beyaz olmayan insan öbekleri; Devlet ve Rejim tarafından yasal olarak derin çizgilerle ayırıma tabi tutulmuştur. Sözde Anayasa Taslakları ve Demokrasi Platformları; beyazların yüksek mertebede üstünlüklerini kanun hükümleriyle deklare ederken, tüm siyahların ise, sadece hizmetkâr ve kul olmalarını tavsiyeden çok ötede adeta emretmiştir.

    Bu derin uçurumlar mesafesindeki ayırım ve beyaz hâkimiyeti üzerine kurgulanmış zulüm seviyesinden çok beter raddedeki ırkçılık hareketleri; insan onur ve fıtratında var olan hürriyet ateşini tutuşturmuştur. Bu ateşin alev çırasını tasvir eden ve mutlak bir demokratik açılımı elzem kılan amir uygulamaların bir kaçını bu satırlarda açıklamakta fayda vardır.

    21. asrın hemen hemen başlarına kadar Beyaz Irk; Güney Afrika’da bir beyazın bir siyah ile evlenmesini yasaklamaktaydı, siyahların siyasi hareketlerde kanaat kullanma, seçme, seçilme ve temsil haklarını yasaklamaktaydı. Siyahların temel hak ve özgürlük talepleri, Anayasa ile yasaklanmaktaydı. Beyaz Irk; Siyah Soy ile aynı treni, tramvayı, otobüsü, okulu, restoranı, mahalleyi ve aynı apartmanı paylaşması en azından teamül olarak yanlış ve yakışıksız bulunmaktaydı. Aynı tabaktan yemek ve aynı bardaktan su içmek iğrenç olarak tanımlanmaktaydı. İşte böyle bir sürecin ve değerler tenakuzunun ardından büyük özgürlük ve bağımsızlık ateşinin temsilcisi olan Nelson MANDELA fitili, Güney Afrika’da vicdanlarda tutuşmuştur.

    Ayrımcılık; umumi tuvaletlerden demiryolu vagonlarına, yerleşim yerlerinden okullara kadar toplumun yaşama mekânlarının tamamında en etkili şekilde cebri olarak icra edilmekteydi. Milyonlarca siyah; kentlerden yüzlerce kilometre uzaklarda “Yurt “ denilen alanlarda ikamete zorlanmaktaydılar ve elmas ve maden ocaklarında çalışmaya icbar edilmekteydiler. İşte böyle bir ırk ve ayırım taassubunun derin karanlığında hürriyet ateşi alevlenmiştir.

    Güney Afrika’daki zulüm ve cebir, ayırım ve aşağılanma, sıkıştırılmış barut iken; Nelson MANDELA adlı özgürlük ateşinin bomba etkisiyle alev alması şaşılacak bir durum değildir. Aksine; beklenen hürriyet infilakı olmasa idi, taaccübe bile konu edilebilirdi.

    Şimdi söyleyin! Türkiye’deki Kürt açılımcıları, demokrasi yorumcuları ve İmralı’dan gelecek açılım müzekkeresini, mürekkebi kurumadan tahvile koymak için konvoy olmuş tavsiye ve tamim bekleyicileri söyleyin! Sizde vicdan var mı? Nelson MANDELA ile Terörist Başı’nı aynı kefeye koyan ayrılıkçı bezirgânlar söyleyin! Sizde izan var mı?

  45. MALAZGİRT;
    KÜLTÜR, ZAFER VE MEDENİYET MEŞALESİNİN YAKILDIĞI MEKÂN

    Alparslan’ın 26 Ağustos 1071 Cuma günü yükseltilen bir minberden, “Askerlerim! Yiğitlerim! Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben sizlerden biriyim ve sizlerle birlikte savaşacağım” hitabesiyle başlayan ve savaş meydanında ölmeyi, kendisine şeref addeden bir milletin kesin üstünlüğü ile neticelenen Malazgirt zaferinin 938. yıl dönümüne eriştik.

    Malazgirt; sadece Türklere Anadolu kapılarının açıldığı bir tarihin dönüm noktası değildir. Aynı zamanda Türk milletinin Dünya coğrafyasında yer edinecek; kültür, zafer ve medeniyet servetinin tohumlarının serpildiği bir beşik ve vücuda gelecek devasa mirasın bir başlama vuruşu ve bir kilometre taşıdır.

    Yine Malazgirt; beşeriyetin evrensel manada sahip olması gereken özelliklerine örnek olabilecek adil, medeni ve vakur davranışların yüksek şavkının, insanlık adına müspet bir miras haline geldiği bir kutlu miladın ve bir mekânın da adıdır.

    Tarih boyunca kültür, zafer ve medeniyet meyveleriyle beslenen dünyanın en eski uluslarından birisi olan Türk milleti; Türk olmayan tebaaların da kolayca muhabbetini, saygınlığını ve hayranlığını hanesine yazdırabilmiş bir toplumun adıdır. Malazgirt ile kapıları Türk medeniyetine açılmış; Anadolu coğrafyasında, Rumeli topraklarında Balkanlar’da, Kafkaslarda, Ortadoğu’da ve Afrika’nın kuzey şeridindeki tüm yerleşim bölge ve ülkelerinde asırlarca barış ve huzur hüküm sürmüştür.

    Bu yüzyılları içerisine alabilen bir görkemli medeniyet ve yaşam geleneği sadece emperyal niyetlerle tekâmülleşecek olsaydı, sürecin hırpalanacağı ve tez elden başarısızlığa uğratılacağı düşünülebilirdi. Ancak; 1071 yılı öncesini de kapsayan bir medeniyet takviminin her evresinde, yüksek İslam ahlakı ve Türk milletinin müspet gelenek ve törelerinin bu büyük yücelişte muazzam katkıları olmuştur.

    26 ağustos Cuma günü Alparslan’ın Cuma namazı öncesi minberden yaptığı muhteşem konuşması, savaşı bekleyen askerlerde yüksek bir şevk ve insicam vücuda getirmiştir. Büyük savaş dehası Alparslan’ın “Hilal taktiği” içerisine düşen Bizans ordusu, savaşın ilk saatleriyle beraber büyük bir bozgun yaşamış ve yakın korumalarıyla birlikte mağrur Bizans imparatoru Romen DİYOJEN esir alınmıştır.

    Ordusu ile İsfahan’da kışlamayı planlamış İmparator Romen DİYOJEN, 1071 in Ağustos sonunda yaz sıcağı ile birlikte yağız Türk cengâverlerine de çarpılmış ve Bizans için sonun başlangıcı anlamındaki Malazgirt yenilgisinin mağlup tarafı olmuştur.

    Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan ise, asil bir ahlak ve erdem yüceliği göstererek, kendi kibir kuyusunda ölümünü bekleyen Romen DİYOJEN’i şanına yaraşır şekilde affetmiştir. Alparslan, O’nun savaş alanında tekerlekleri kopmuş ve parçalanmış taht arabasını tamir ettirmiştir. Kendi hükümdarlık tahtının hemen yanı başına kurdurduğu tahtına, mağlup İmparator’un itibarlı bir şekilde yerleşmesine imkân tanımıştır. Birkaç gün sonra ise; görevlendirdiği bir muhafız bölüğü ile Bizans’a kadar İmparator Romen DİYOJEN’in yolculuk emniyetini sağlamıştır. Ne var ki yenik İmparator; Sultan Alparslan’ın davranışının aksine, kendi halkı tarafından Bizans zindanlarında çektiği çetin eziyetlerle hayata veda etmiştir.

  46. MİLLETİMİZE DUYURUDUR!

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 21. asırdaki Dürüst Vicdanı Sayın Abdullatif ŞENER; yoğun halk kitlelerinin idrak ve iradelerine atılan buhran kementlerini yok etmek, özgüven karakterimize bir kelepçe gibi biçilmiş esaret zincirlerini kırmak ve su almakta olan Türkiye gemisini selamet sulara sevk etmek için, Türkiye Partisi çatısı altında demokratik millet eylemini başlatmıştır.

  47. MİLLETİMİZE DUYURUDUR!

    Türkiye’de bin yıllık bir kutlu mazi ile çimentolaşmış Anadolu insanının muhteşem geçmişini, çok daha mamur istikbaline bağlayacak milletimizin Dürüst Vicdan’ı Sayın Abdullatif ŞENER; şimdi milleti ile el ele tutuşarak, Türkiye Partisi çatısı altında halkın iktidar yürüyüşünü başlatmıştır.

  48. Türkiye Partisinin tüm Türkiye’ye hayırlı olmasını bu vatanda yaşayan ve vatanına bağlı herkes gibi bende çok istiyorum. Yalnız şunu belirtmek isterim, akp çatısı altında bugüne kadar liderine hizmet etmiş isimlerin,bundan sonraki süreçte akp den ayrılıp Türkiye Partisine katılmaları, şahsi görüşüme göre TP nin akp leşmesine yol açacaktır.İnşallah bu gibi şeyler yaşanmaz. Başarılar.

  49. LİYAKAT VE ABDULLATİFŞENER

    Yaratılış gayesini unutan insanlar dünyaya göbekten bağlanarak büyük yanlış içine düşmektedir.

    Bu yaşam tarzına sahip olan insanlar için her yol mubahtır. Bunlar makam sahibi olmak için her yola başvururlar. Makama geldiklerinde de kifayetsiz olduklarını gizlemek için ya çok sert olurlar ya da alt makamdakileri kötülemeye çalışırlar.

    Su bulandıkça balık tutmak o nispette kolaylaşır.

    Devlet kadrolarına bir bakın.

    Çok üst makamlara atanmış insanlar falan bakanın hemşerisi ya da filan üst düzey yetkilinin akrabası.

    Bu böyle mi olmalıdır?

    Geçmiş zamanın birinde bir kuruma bölge müdürü atanması gerekmektedir. Siyasi parti iktidarda olduğu için kendi yandaşlarından birini o makama getirmek ister.

    Birinin adı geçer.

    Bu kişi çok değerli biridir.

    Ona : “ Seni bölge müdürü yapmak istiyoruz “derler.

    Verilen cevap çok enterasandır:

    ” Ben o koltuğu dolduramam. Babamın bu kurumda çok temiz bir geçmişi var. Tıkandığım zaman insanlar babamın o temizliğini karartmaya çalışır.”

    Bu zihniyete sahip kaç kişi var?

    İstenen ve arzulanan bu değil midir?

    Ama realite hiçte böyle cereyan etmez.

    Makama sahip olmak isteyen insanlar liyakat kavramını unuttuğu için ya da umursamadığı için o kurumun verimsizliğine neden olur. Verimsiz hale gelen kurumda istihdam artmaz hatta azalır.

    Üstüne üstlük kurum bir de zarar ettiği için tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan devlet bütçesinden o açıklar kapanmaya çalışılır.

    Benim adamım olsun da ne olursa olsun zihniyeti ülkenin önünde ki en büyük takozdur.

    Abdullatif Şener’i kürsüde konuşurken dinlemiştim.
    Onun çok güzle bir tespiti vardı.

    O da ülkede liyakat sistemin çöktüğü idi.

    Sayın Şener bu liyakat sisteminin yeniden hayata döndürülmesi gerektiğini söylemekteydi. Devletin en üst noktasında görevlerde bulunmuş bu devlet adamının tespitini dikkate almak gerekir. Bu insanlar kolay yetişmiyor. Onların tecrübesi devlet birikimidir.

    Sayın Şener’in makamda iken hangi üsluba sahip olduğunu, inanmadığı şeyin altını imzalamadığını, bir yere birileri atarken ne kadar özen gösterdiğini hatırlamamak ayıp olur.

    Ülkenin kazanması seviyeli rekabet ile olur. Kalitenin artması, üretkenliğin kalite bulması kaliteli ve donanımlı insanların rekabeti ile olur.

    Bu özelliklere sahip olmayan insanlar karşısındaki dolu insanı karalamak ile yola başlar.

    Dürüst insanlar eninde sonunda kazanır.

    Bu millet ariftir.

    Kime ne kadar değer vereceğini bilir.

    Sayın Abdullatif Şener değer verilmesi gereken ve söylediğine dikkat edilmesi gereken bir liderdir.

  50. BİR ARAŞIŞA GİRDİM 3 SENE EVVELDEN
    YARABBİ FIRAST VER DİYORDUM BİR ÇIKIŞ YOLU ARAYIP DURDUM HEP
    BUNLARLA OLMAZ HEP DUVARDI VARILAN YER
    AŞILASI ÇOK YOLLAR VARDI GÖRÜYOR DUYUYORDUK
    BU DENLİ VATANDAŞINI AŞALAYAN EZEN VE AL ANANI GİT DİYEN FELSEFEYLE VE DE DEVLETTE Kİ BÜTCE AÇIĞINI VATANDAŞ SIRTINDAN KAPATAN HİÇ BİR DEVLET ANLAYIŞI YOKTU BU YÜZDEN FISAT VER YARAB DİYE DUALAR EDİYORDUM TAKİ 3 SENE EVVELDEN
    SONRA DE Kİ VERDİ NAPARDIN DEDİ İÇİMDEN BİR SES DÜŞÜNDÜM YENİ BİR PARTİ KURARDIM DEDİM
    ADI NE OLURDU DEDİ İÇİMDEKİ O SES
    BENDE TÜRKİYE İÇİN YOLA BAŞ KOYMUŞŞAM ELBETTE Kİ TÜRKİYE PARTİSİ OLUR DEDİM KENDİ KENDİME
    VE
    ZAMAN GÖSTERDİ Kİ BU KANAAT VE SAMİMİ DÜŞÜNCELERE SAİP YANLIZ BEN DEĞİLMİŞİM
    VE KURULDU TÜRKİYE PARTİSİ ŞÜKÜR YARABBİ BİNLER ON BİNLERCE ŞÜKÜR UMARIZ Kİ BU OLUŞUMDA O DUVARA VARAN DÜŞÜNCEDE ONLAR GİBİ OLMAZ VE BEKLENENİ ARZULANANI VERİRDE HALK RAHATA ADALETE DOYAR.
    ŞİMDİDEN HAYIRLARA VESİLE OLUSUN RABBİM YOLUNU VE ÖMRÜNÜ UZUN ETSİN.

  51. MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KUDRET, DÜRÜST VİCDANLI BİR LİDERDİR.
    Anadolu insanının kader yazgısında bugüne kadar bir tarihsel yitiklik ve bir ebedi ölmüşlük olmamıştır. Bu toprakların karakter ve kabiliyeti, tarihin her çaresizlik ve siyasi türbülans dönemlerinde kendi bereketli bedeninden özgün önderlerini doğurabilmiştir. Tarihimiz, bu iddiayı doğrulayacak yeterince doyurucu gerekçelerle doludur.

    Anadolu insanı yoksulluğa, fukaralığa ve çok çetin derin kederlere karşı direnmiştir. Ancak zamanın hiçbir dönencesinde, istiklâlinden hiçbir şekil ve şartta ödün vermemiştir. Onurunu ömründen uzun yapabilmeyi başarabilmiş böyle bir milletin ruh haleti ve istidat melekeleri ise, ihtiyaç duyduğu her devirde yüksek seciyeli liderleri var edebilmeyi olanaklı kılmıştır.

    Dünyanın bilinen en eski kıtası Asya’dan umutların kesildiği ve cihanın istikametini değiştirecek boyutta insanların artık yetişmeyeceği kanısının tüm dünyada yaygın olduğu 1900’lü yılların ilk çeyreğinde bu bereketli topraklar, bağrından Mustafa Kemal Atatürk’ü doğurarak o benzetme yaftalarının ve istihza içeren kanıların tamamını iflas ettirmiştir.

    Tarihin ateş mazgallarında Türk milletinin sorguya çekildiği, Osmanlının son dönemlerini irdeleyip incelediğimizde; Anadolu’nun rahminden ihtiyaç duyulan yeni bir liderin doğma gerekçelerini çok daha iyi anlayabiliriz. Düşününüz! Top yekûn olarak bir millet, uzunca süren bir yıkılış sürecinde bitap ve perişan düşmüştür. Mücadelelerin argınlığını ve nice savaşların bedbin yorgunluğunu Anadolu insanı iliklerine kadar yaşamıştır ve iktisaden ise, fukaralığın pençesinde çaresizce inlemiştir.

    Denilmek istenen odur ki; Çoruh’un, Kızılırmak’ın, Meriç’in, Fırat’ın, Dicle’nin, Sakarya’nın, Seyhan’ın, Ceyhan’ın bin yıldır özgürce akan sularının Anadolu insanının gözyaşları ile bulandığı ve şehit kanlarıyla kızardığı kasvetli günleri olmuştur elbet. Ancak öylesi çetin dönemlerde bile bedenler, çelikten güçlere siper olmuştur ancak istiklâl kavgasından dönülmemiştir.

    Hangi itilaf güçlerinin mandasına yakın olunması gerektiğinin sığ ve zulümkâr hesaplarının yapılmakta olduğu bir zaman diliminde, yönetici kadroların müstevlilerden hangisinin daha merhametli ve daha ehven bir seçim olacağının kararını almaya çalıştıkları bir dönemde Türk milletinin tarihi ve alın yazgısı beklenmedik bir şekilde değişmiştir. Mazinin onurlu ve büyük bir milletinin, cihanşümul bir devletinin himaye olunmaya muhtaç kalıp neredeyse diz çökmeye yaklaştığı bir karanlık tarih aralığında, Mustafa Kemal Atatürk asrın beklenen önderi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Ve 22 Haziran 1919 da deklare edilen ilk genelge ile teslimiyetçi anlayış ret edilmiştir.

    Bin yılda toplanılan milli değerlerimiz, geçtiğimiz asrın başlarında heba edilerek emperyalizme teslim edilmemiştir. Ağrı’nın, Süphan’ın, Kaçkar’ın, Munzur’un, Uludağ’ın, Erciyes’in, Akdağ’ın, Gâvur dağları’nın, Ilgaz dağları’nın, Tendürek Dağları’nın, Cudi Dağı’nın, Allahüekber Dağları’nın, Toros Dağları’nın eteklerinde yüzyıllarca medeniyet yolculuğu yapan bu aziz millet, bin yıllık gözyaşlarımıza yuh dedirtmemiştir ve düşmana diz çökmemiştir.

    Dün; Oğuz olup, Selçuklu olup, Osmanlı olup ve cumhuriyet olup asırlarca çağladığımız bu coğrafyaların bozkırlarında bugün, nefes nefese bir çaresizlik cenderesine sürüklenmiş durumdayız. Yarınlarımıza ait umutlarımız; AB ve ABD tezgâhının İMF mengenesinden öğütlü, küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri eliyle çarmıha gerilmiş durumdadır.

    Muhtaç olduğumuz kudret; dürüst vicdanlı bir liderdir. Yurdumuzda son tüten ocağımız söndürülmedikçe; Yemen’de, Galiçya’da, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Çanakkale’de, Anafartalar’da Dumlupınar’da ve Sakarya’da kazandığımız ve bin yıldır saklamakta olduğumuz mücevherlerimizi, ruhlarımızın şecaat kaynağı cevherlerimizi bizlerden teslim almaya yeminli alçaklara harcatmayacağız. Siyasal iradenin demokrasi amfisinde bu kez; hainlere, üçkâğıtçılara, düzenbazlara, düzen bozanlara ve milli birliğimizi hafife alan takiyye sanatkârlarına asla yer ve rol vermeyeceğiz. Hoşça kalın.

  52. AYDINLIĞA MANİ, MANİDAR GÜNLER!

    Acılar ve büyük sitemlerle belirtmeliyiz ki, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde milletimiz böylesine kudurmuş bir azgınlık ve muvazene yıkan bir anarşiyle karşı karşıya kalmamıştır. Geçen 86 yılın hiçbir senesinde görülmemiş kâbus dolu günlerin, olanca siyahlığı ile geleceğimizi karartmaya çabaladığı bir süreçten geçmekteyiz. Bayrağımıza, sancağımıza, askerimize kurşun sıkanların ve onlara yardımcı olanların itibarlarının yükseltilip, açılım kelamıyla huzur anarşistlerine kucak açılmak istenildiği günleri yaşamaktayız bu günlerde.

    Esarete, sefalete, acılara ve bitmeyecek gibi görünen sonsuz kederlere karşı verilen ve bir medeniyet kavgamız olan, sevgili cumhuriyetimizin 86.yıldönümünü henüz idrak ettik. Ancak itilip ötelenmeye çalışılan 86 yaşındaki Atatürk Cumhuriyetinin bitirilmesi hesaplarının yapıldığı karanlık bir sürecin de çok ilerlemiş bir merhalesindeyiz.

    1923 sonbaharından 86 yıl uzaklıktaki 2009 yılının yılsonuna kadar mutlaka bitirilmesi gerekli olduğu söylenilen ve içeriği bilinmezlerle dolu olan açılım sürecinin 3 aylarının içerisindeyiz. Hükümet çevrelerinin dillendirdiğine göre, bu aylar içerisinde çok güzel şeyler olacaktır. 86 yıldır yapılamayan siyasal etkinlikler bu üç ay içerisinde yapılacaktır. Tüm bu bilinmeyen açılım içtihatları ve gerekli çalışmalar yılbaşına kadar ivedi şekilde yapılacaktır ve maksimum neticeler alınacaktır denilmektedir. Netice olarak söylenildiğine göre ve Sayın Başbakan’ın öngördüğü şekli ile bu açılım süreci, yılbaşına kadar bitirilecektir.

    İki ayağın adeta bir pabuca sıkıştırılarak sürdürüldüğü bu açılım süreciyle birlikte akıl ve fikir ezberlerimiz bozulmuştur. Bu sıkıştırılmış ve deli değneği ile kovalanan açılım süreci toplumu iki ana cephede ayrı saflara ayrılmıştır. Bu müptezel süreç; devletin birliği ve bütünlüğünü hiç kimsenin hesap edemediği ölçüde tehlike sınırına taşımıştır. Bu meşum süreç; İktidar ile muhalefeti demokrasi tarihimizde şahit olmadığımız bir nezaketsizlik dozunda uzak uçlara savurmuştur. Ve bu meçhul süreç ile birlikte, Atatürk Cumhuriyetini ayakta tutan dirayet kolonları ülkenin bir havuzda buluşmuş tekel medyasının yandaş kalemleri tarafından balyoz yağmuruna tutulmuştur.

    Zemheri ayında sıtmaya tutulmuş ve zangır zangır titreyen bir zavallılık halinde iken bile, milli bağımsızlık savaşını Cumhuriyetle taçlandırabilmiştir bu millet. Ancak 86.yılını kutladığımız cumhuriyetimizin emanetçileri olarak, atalarımızın manevi huzurlarında miras yok edicileri durumuna düşme huzursuzluğunu yaşamaktayız şimdilerde. 86 yıl önce verdiğimiz haysiyetli istiklal kavgamızla Anadolu’da gözü olan istilacı devletleri yurdumuzdan kovmasını becerebilmişken, bugün neredeyse aynı fitnenin artıklarını kendi ellerimizle yurdumuza yerleştirmiş ve o güçlerin mali olarak merhamet dilencileri durumuna düşmüş bulunmaktayız. Oysa bizler o şeref mücadelesini, sınır dışı ettiğimiz emperyalist güçlere 86 yıl sonra yeniden teslim olmak için yapmadık. Ve bizler o haysiyet kavgasını, milli birlik ve barışımıza kasteden dış güçlerin yerli işbirlikçilerini 86 yıl sonra ödüllendirilmesi için vermedik.

    Oy gelecek yerden açılım esirgenmez mantığı ile istikbal ve istiklâlimizi siyaset malzemesi yapan beyhude gayretlere ülkem insanı en güzel cevaplamayı 29 Ekim Cumhuriyet bayramında ortaya koyduğu büyük coşkuyla vermiştir. Türk milleti yüksek ferasetiyle yürek tasına yazmış olduğu bu gamsız gafilleri demokrasi sandığında en yakın atide mahkûm edecektir ve bir ABD projesi olan açılım saçmalığına ise, son verecektir. Balık kavağa çıkarsa, fili bir sinek emzirir, manda kavak yaprağına yuva yapar ve Türkiye de AB’ye girerse açılım hamasetini bu millete yutturabilmeleri mümkün olacaktır. Milletin aydınlık geleceğine mani bu manidar günler elbet bitecektir. O milletini iyi tanıdığını söyleyen siyaset hovardaları! Avucunuzu yalayın.

  53. MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KUDRET, DÜRÜST VİCDANLI BİR LİDERDİR.

    Anadolu insanının kader yazgısında bugüne kadar bir tarihsel yitiklik ve bir ebedi ölmüşlük olmamıştır. Bu toprakların karakter ve kabiliyeti, tarihin her çaresizlik ve siyasi türbülans dönemlerinde kendi bereketli bedeninden özgün önderlerini doğurabilmiştir. Tarihimiz, bu iddiayı doğrulayacak yeterince doyurucu gerekçelerle doludur.

    Anadolu insanı yoksulluğa, fukaralığa ve çok çetin derin kederlere karşı direnmiştir. Ancak zamanın hiçbir dönencesinde, istiklâlinden hiçbir şekil ve şartta ödün vermemiştir. Onurunu ömründen uzun yapabilmeyi başarabilmiş böyle bir milletin ruh haleti ve istidat melekeleri ise, ihtiyaç duyduğu her devirde yüksek seciyeli liderleri var edebilmeyi olanaklı kılmıştır.

    Dünyanın bilinen en eski kıtası Asya’dan umutların kesildiği ve cihanın istikametini değiştirecek boyutta insanların artık yetişmeyeceği kanısının tüm dünyada yaygın olduğu 1900’lü yılların ilk çeyreğinde bu bereketli topraklar, bağrından Mustafa Kemal Atatürk’ü doğurarak o benzetme yaftalarının ve istihza içeren kanıların tamamını iflas ettirmiştir.

    Tarihin ateş mazgallarında Türk milletinin sorguya çekildiği, Osmanlının son dönemlerini irdeleyip incelediğimizde; Anadolu’nun rahminden ihtiyaç duyulan yeni bir liderin doğma gerekçelerini çok daha iyi anlayabiliriz. Düşününüz! Top yekûn olarak bir millet, uzunca süren bir yıkılış sürecinde bitap ve perişan düşmüştür. Mücadelelerin argınlığını ve nice savaşların bedbin yorgunluğunu Anadolu insanı iliklerine kadar yaşamıştır ve iktisaden ise, fukaralığın pençesinde çaresizce inlemiştir.

    Denilmek istenen odur ki; Çoruh’un, Kızılırmak’ın, Meriç’in, Fırat’ın, Dicle’nin, Sakarya’nın, Seyhan’ın, Ceyhan’ın bin yıldır özgürce akan sularının Anadolu insanının gözyaşları ile bulandığı ve şehit kanlarıyla kızardığı kasvetli günleri olmuştur elbet. Ancak öylesi çetin dönemlerde bile bedenler, çelikten güçlere siper olmuştur ancak istiklâl kavgasından dönülmemiştir.

    Hangi itilaf güçlerinin mandasına yakın olunması gerektiğinin sığ ve zulümkâr hesaplarının yapılmakta olduğu bir zaman diliminde, yönetici kadroların müstevlilerden hangisinin daha merhametli ve daha ehven bir seçim olacağının kararını almaya çalıştıkları bir dönemde Türk milletinin tarihi ve alın yazgısı beklenmedik bir şekilde değişmiştir. Mazinin onurlu ve büyük bir milletinin, cihanşümul bir devletinin himaye olunmaya muhtaç kalıp neredeyse diz çökmeye yaklaştığı bir karanlık tarih aralığında, Mustafa Kemal Atatürk asrın beklenen önderi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Ve 22 Haziran 1919 da deklare edilen ilk genelge ile teslimiyetçi anlayış ret edilmiştir.

    Bin yılda toplanılan milli değerlerimiz, geçtiğimiz asrın başlarında heba edilerek emperyalizme teslim edilmemiştir. Ağrı’nın, Süphan’ın, Kaçkar’ın, Munzur’un, Uludağ’ın, Erciyes’in, Akdağ’ın, Gâvur dağları’nın, Ilgaz dağları’nın, Tendürek Dağları’nın, Cudi Dağı’nın, Allahüekber Dağları’nın, Toros Dağları’nın eteklerinde yüzyıllarca medeniyet yolculuğu yapan bu aziz millet, bin yıllık gözyaşlarımıza yuh dedirtmemiştir ve düşmana diz çökmemiştir.

    Dün; Oğuz olup, Selçuklu olup, Osmanlı olup ve cumhuriyet olup asırlarca çağladığımız bu coğrafyaların bozkırlarında bugün, nefes nefese bir çaresizlik cenderesine sürüklenmiş durumdayız. Yarınlarımıza ait umutlarımız; AB ve ABD tezgâhının İMF mengenesinden öğütlü, küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri eliyle çarmıha gerilmiş durumdadır.

    Muhtaç olduğumuz kudret; dürüst vicdanlı bir liderdir. Yurdumuzda son tüten ocağımız söndürülmedikçe; Yemen’de, Galiçya’da, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Çanakkale’de, Anafartalar’da Dumlupınar’da ve Sakarya’da kazandığımız ve bin yıldır saklamakta olduğumuz mücevherlerimizi, ruhlarımızın şecaat kaynağı cevherlerimizi bizlerden teslim almaya yeminli alçaklara harcatmayacağız. Siyasal iradenin demokrasi amfisinde bu kez; hainlere, üçkâğıtçılara, düzenbazlara, düzen bozanlara ve milli birliğimizi hafife alan takiyye sanatkârlarına asla yer ve rol vermeyeceğiz. Hoşça kalın.

  54. O ÖLMESEYDİ DE,
    BAYRAKLAR YARIYA İNDİRİLMELİDİR BUGÜN!

    Bugün 10 Kasım. Sanacaksınız ki ondandır bu günkü yasım. Bugün 10 Kasım. Diyeceksiniz ki, o sebepledir tüm bu yazdıklarım. Hayır, bugünkü yazacaklarımın Ulu önder ATATÜRK’ün ölüm yıldönümü ile hiçbir alakası yoktur. Zira mevzubahis Vatansa 10 Kasımlar da teferruattır.

    Bugünkü karalamalarımın asıl sebebi, belki yine bir ölümle alakalıdır. Ancak milletinin sinesinde 71 yıldır bir abide gibi, pıhtıdan daha kavi canlı ve diri duran Mustafa Kemal ATATÜRK’ün mana âlemine yolculuğunun yıl dönümü ile ilgili değildir bugünkü yazacaklarım.

    1938 yılının 10 Kasım’ı Türk tarihinin en kasvetli günlerinden birisidir. Belki de bir ihtimalden ötede, en matemli günüdür. Çünkü bu tarihte, 20.yüzyılın insanlık vicdanı, milletimizin istiklâl ve direnç önderi ve yine en mütevazı bir tarifle; ülkemizin banisi hayata veda etmiştir.

    Bugün; hüzünlerimiz doruk noktasındadır. Bugün bu milletin makûs talihinin izmihlâle giden kader çizgisini, aydınlık hür sabahlara yönelten bir savaş ve siyaset dehasının ölüm yıldönümüdür. Elbette tüm bayraklar bugün yarıya. Sevinçler, düğünler, şen şakrak anlar ve tüm mutluluk mırıltıları büyük bir sükûn ile ve büyük bir inanmışlıkla elbette bugün yarıya çekilecektir.

    Ancak bugün ATATÜRK ölmeseydi de bayraklar yine inmelidir yarıya. Durmalıdır düğünler, taş kesilmelidir davullar, çanağına ot basılmalıdır zurnaların. Susmalıdır bugün ve bir mateme kulak vermelidir tüm sokaklar ve Anadolu’nun tüm insanları bugün. Bugün yine yarıya indirilmelidir bayraklar! ATATÜRK ölmese de yine yarıya indirilmelidir bayraklar! Bugün Mustafa Kemal’in açmış olduğu hürriyet yolunun karanlık tünellerde kaybedilmeye çalışıldığı bir günün milat başlangıcıdır. Bugün; yüreklerimizdeki karanlık yazgımızın gözlerde kat kat kara ziftlere çevrilmek istenildiği bir kara gündür. Bugün 10 Kasım’dır. Yarıya indirilmelidir tüm bayraklar!

    Gönül sızım ve yürek acım bugün ikiye katlanacaktır. Bugün başka bir 10 Kasım’dır. Ondandır bu kaldıramadığım bugünkü derin yasım. Bugün; yani 10 Kasım 2009 tarihinde TBMM, bugün bir gündem maddesi ile toplanacaktır ve Sevr’i yeniden canlandırmaya matuf o bildik ”Açılım” illetini canlandırmak için, Atatürk’ün ve milletimizin meclisi bugün çok manidar bir günde, yani yine bir 10 Kasım’da toplanacaktır. Bugün akıl duvarlarımızda çatlaklar oluşturulacaktır ve ezber bozacak savunmalar yapılacaktır. Bugün Anadolu’nun Türk ve Kürt toprakları olarak iki parçaya bölünmesinin temel atma merasimine ev sahipliği yapacaktır belki de ATATÜRK’ün Meclisi. Bugün Ermeniler ile olması gereken üstün ilişkilerimiz (!) ve Türk dünyası ile alakalı derin ihanetlerimiz tartışılacaktır milletin meclisinde belki de.

    Bugün; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin önemi anlatılacaktır, ATATÜRK’ün meclisinde belki. Bugün belki de bu projenin eş başkanının dimağları donduran ucube önerilerine kulak kesilecektir geçmişin nice özgür günlerinin şahidi olan meclisin duvarları. Wilson’un 1918 den kalma kahrolası projesi meclis çatımız altında tartışılmaya açılacaktır bugün. Doğumuzda doğurtulacak bir Kürdistan ve Kuzeydoğumuza kondurulacak bir Ermenistan biliniz ki, kesmeyecektir bu açılım meddahlarını. Bekleyin bugün ve takip eden günlerde Kıbrıs’tan kurtuluş var yarınlarımızda. Ve Ege’de tavizlerle gelecek barış var sırada. İşte bugün böyle bir miladın başlangıç günüdür. Bundan dolayıdır ki, her halükarda bu gün bayraklar yarıya indirilmelidir.

    Bugün 10 Kasım. Bugün; AB ve ABD tezgâhının İMF mengenesinden öğütlü, küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri eliyle ATATÜRK’ün meclisinde, milli değerlerimiz ve tüm manevi cevherlerimiz böylesine manidar bir günde, çarmıha gerilmek istenilmektedir. Bugün Bani’nin de Bina’nın da yeniden öldürülmeye karar alınacağı bir gündür. Bugün bayraklar hepten bin kere yarıya indirilmelidir.

    ÖYLEYSE;

    O ÖLMESEYDİ DE,

    BAYRAKLAR YARIYA İNDİRİLMELİDİR BUGÜN!

  55. ORTAK DOKUNUN ADI “TÜRK MİLLETİ”DİR.

    Anadolu insanının vücuda getirdiği ortak doku ve bir tevhit birlikteliği yapılarak seçilmiş olan isimlendirme “Türk Milleti” tanımıdır. Ancak bu tanım; ismi ile müsemma değildir. Bu ortak doku isminde; bu coğrafyada yaşayan insanların tamamının ırk bağlamında bir ayniliğinin tarifi veya iddiası yoktur. Diğer tüm ülkelerde yaşayan onlarca farklı tebaadan olan insan grupları nasıl ki tek bir millet kimliği ile tarif ediliyorsa, “Türk Milleti” ifadesi de böyle bir kimliğin kullanım ihtiyacının gerekçesidir.

    Türkiye Cumhuriyeti özü itibari ile bir milli devlet olarak kurulmuştur. Onlarca farklı etnik kökenlere mensup olan Anadolu halkı; Bayrağı bir, Dini bir, Vatanı bir olan ve zengin ortak değer faktöriyelleriyle öz benlik ve kültürlerini mutlak değer addedip meşru saydıktan sonra, bir milli kimlik ihtiyacı ile birlikte, sosyal topluluk bedenlerini “Türk Milleti” adıyla isimlendirmişlerdir.

    Bu isimlendirme ise; Dünya coğrafyasında “Türkiye” adıyla çağrılan, bin yıldan beri şehit kanlarıyla sulanan, her etnik kökenden olan tabii halklara vatan olan, Kafkaslardan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, Anadolu kelimesi göbek adı olan büyük kara parçasında “Türk Milleti” adıyla anlamlaştırılmıştır. Bu anlamlaştırılma ise; bir milli devlet olma projesinin bir gereği olduğundan dolayı tüm halkların ittifak ve uyumu ile şekillenmiştir.

    İşgalci Batı emperyalizmine karşı, milletin vatanına bağlı, özgürlüğüne tutkun, imanın güneş yüzlü çocukları; topyekûn olarak kader birliği ederek geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde bu son secdegâh Anadolu’da Türkiye cumhuriyeti’ni kurmuşlardır ve hiçbir kompleks duymadan adlarına “Türk Milleti” denilmesinden mutsuz olmamışlardır.

    Kurulması tasarlanan milli devletin tüm mücadele evrelerinde, kurtuluşa giden müdafaa ve taarruz azminin beraberlik yemininde bir etnik taksimat uzlaşması olmamıştır. Girilen bu toplu mukaddesat ve vatan savunmasının sonunda bir-iki veya etnik kökenler sayısınca devletler kurma hesapları yapılmamıştır. Milli mücadelede; zümrelerin hesaplayarak, tasarlayarak giriştikleri bir istiklâl kavgası da olmamıştır. Milli mücadele azminin temelinde; işgal ve manda düşüncesine karşı, her ferdin etnik köken ayırt etmeksizin ortaya koyduğu milli direnişin harcı ve hareketi vardır.

    Hazindir ki bugün; Anayasamızdaki “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ibaresinden tiksinen ve bu uğurda açılım müteahhitliğine soyunan hatırı sayılır miktardaki Donkişotlar, ülkemizde huzur bozumu yapmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli devlet yapısını çökertmeye çalışmaktadırlar ve “Türk Milleti” ifadesini Anayasamızdan çıkartmaya çalışmaktadırlar. Hatta bu fütursuz taraf; bu ülkenin “Federasyon” veya “Konfederasyon” olarak bölünmesinin gerektiğini ifade edebilmektedirler. Tek devlet, Tek millet, Tek Dil ve tek Din söylemlerini dillerine pelesenk edenler ancak özlerinde eritemeyenler; asrın tiyatro ve takiyye repliklerini Anadolu seyircisiyle buluşturmak hevesine kapılmışlardır. Ancak bu seyirciler, seyir platformları olan vatanlarının; emperyalizmin tehlike ve tehditlerine bir tsunami mesafesinde yakınlaştırıldığını neyse ki anlamaya başlamışlardır bugün.

    Milletine söven bölücülere karşı duranlar, hain ve işbirlikçilere karşı sesini yükseltenler; kendinizi ele veriyorsunuz. Kendi ülkesinde hor görülüp paryalaşanlar, yurdunu ve devletini sevenler; kendinizi ele veriyorsunuz. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 71. ölüm yıldönümünde saygının coşkusunu yaşayıp, hüznün hıçkırıklarına boğulanlar; kendinizi ele veriyorsunuz. Evet, sizler; bir ortak dokunun tarif kamerasında görüntüye alındınız. Ancak görünün, yüzeye çıkın ve kendinizi ele vermekten erinmeyin. Korkmayın ey Anadolu halkı! Ve haydi harekete geçin ey Türk Milleti. Deyin haydi şimdi ortak dokunuzun adını, avazınızın çıktığı kadar. Ve hep beraber haydi söyleyin ortak dokunuzun adını ve tam da ATATÜRK’ün dediği gibi. Hoşça kalın.

  56. ABDULLATİF ŞENER RÜZGÂRI

    Kasım ayının 13. günü, günlerden Cuma. Yakıştığı mevsimi kendisine siper ederek bütün şiddetiyle ve yaprak büyüklüğündeki damlalarıyla Pozantı otobanını dövüyor yağmur. Arkadaşım Kozan Türkiye Partisi İlçe Başkanı Ali DEMİR Bey, yağmur sularında yalpalayan aracını kontrolde zorlandığı anlar oluyor ama tedirgin değil. Göz gözü görmeyecek ve belki de araçlardan bile hiç inilemeyecek diye düşünerek Akçatekir tepesine vardığımızda; tepenin öbür yüzü yüzlerimizi, yazdan kalma sıcak meltem rüzgârları ile karşıladı. Hava korktuğumuz gibi soğuk değildi ve üşümedik.

    Gözleri çakmak çakmak, sarışın, orta boylu, kendisini sadece halkının arasında güvende hissettiği gözlenilebilen ve bir de kendisine olan derin özgüven görüntüsü ile tam bir halk adamı vizyonundaki Abdullatif ŞENER, Pozantı’ya ve Adana’ya kendi rüzgârını da getirmişe benziyor. Kendisini Pozantı girişinde karşılayan 100 kadar araç ve birkaç katı insan, Pozantı’nın alışıldık rüzgârından değil ama “Milletin Dürüst Vicdanı” olarak karşılanan bu millet adamı Abdullatif ŞENER rüzgârından çok etkilenmiş gözüküyor. Pozantı merkez camisinde kılınan Cuma namazından sonra İlçe çarşısında halkla selamlaşan ve büyük bir alaka ile kaynaşan Abdullatif ŞENER, Türkiye Partisi Pozantı İlçe Başkanlığının kurdelesini kesti.

  57. Çok kıymetli Türkiye Partili Arkadaşlarım;

    Ülkemizin milli figürlerinin her geçen gün daha da zaafa uğratılmakta olduğu bir dönemde; derinleşen sosyal, siyasal ve ekonomik çıkmazların milletimizin yol güzergâhına karabasanlar gibi çöktüğü bir süreçte, “Türkiye Partisi” insanımızı hayata bağlayan bir umut reçetesi olmuştur.

    Bu makûs sürecin doğurduğu halk çaresizliğini sonlandırmak, ülkemizin içerisinde bulunduğu iç ve dış irtibatlı problemlerini çözmek ve milletimizin dâhilde ve hariçte yerlere indirilen itibarını layık olduğu çizgiye yükseltmek için, “Anadolu’nun Dürüst Vicdanı” Sayın Abdullatif ŞENER, tüm kaygılarımızın çözüm adresi olmuştur.

    Şehit kanlarıyla hamur olmuş bu ülke topraklarının fedakâr, erdemli, merhametli ve sabırlı insanları; kolektif bir ruhla, Türk Milleti’nin son yurdu Türkiye’nin çaresizliğine siyasal iradesi ile neşter vuracaktır.

    Milli değerlerimizle didişerek, sonu çözülmeye varacak tehlikelerle dolu bir yolda yürümekte ısrar eden; Anadolu insanının bir kimlik olarak “Türk Milleti” ifadesiyle olan mensubiyet bağlarını baltalamak hedefine matuf karanlık hezeyanları siyasal pelesenkleri haline getiren, milli değerlerimize saldırarak “Ezber bozuyorum” ve “Tabuları yıkıyorum” cakasıyla milli rabıtayı yok etme ucubeliğinde bulunan hassasiyetsizlerin ülke bozumunu, “Milletin Dürüst Vicdanı” ve beklenen halk önderi Sayın Abdullatif ŞENER şüpheniz olmasın ki, engelleyecektir.

    Müslüman milletimizin hale hale yoğunlaşan alakası, teveccühü, inançla yeniden kıpırdayan ülküleri, abideleşen bu muhabbet çığlıkları, bu sevgi şelaleleri ve bu sevgi selleri şimdilerde bunu müjdelemektedir.

    Bu müjde; üstat Necip Fazıl KISAKÜREK’in hitabı ve tasviri ile yüz üstü çok yatan, çile çeken ve sürünen bu milletin ayağa kalkacağının derin işaretleridir.

    Tarihi meçhul, ancak Hz.Allah’ın izin ve inayeti ile neticesi malum olan “Türkiye Partisi” nin, milletimizin ve şahsınızın siyasal zaferlerini şimdiden kutluyor, menfi sebeplerin cümlesinin telef olacağı ve aydınlık günlerin galip geleceği günlerin ümidi ile Kurban bayramınızı en derin sevgi, muhabbet ve tazimlerimle kutluyorum.

    Saygılarımla,
    Fahrettin KORKMAZ
    Türkiye Partisi
    Adana Şehit Aileleri Komisyonu Başkanı

  58. ŞAİRLERİ HAYKIRMAYAN BİR MİLLET,
    SEVENLERİ TOPRAK OLMUŞ ÖKSÜZ ÇOCUK GİBİDİR.
    Türk Milleti’nin ateşle imtihan edildiği badirelerle dolu o karanlık günlerinde, yorgunluğun bedbinlik tarifinin altına düştüğü o hicap dönemlerinde, inanılmaz bir şekilde millet ruhunda sökün etmiş olan toplum refleksini, bir diğer ifade ile millet direncini tasvir ederken, Anadolu’nun yüreğine kor düşmüş şairlerinin rolü belirtilmez ise; her anlatılan eksik kalır.
    30 Ekim 1918 tarihinde İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesiyle Türk Milleti’nin şaşkınlığı, yılların yorgunluğu ile bir bıkkınlığa ve daha ötesi bir ümitsizliğe dönüşmüştür. Asırlardır özgürlüğünü dakika müddetince ödünç vermemiş ve rafa koymamış tarihin büyük bir milleti ve cihanşümul bir devleti hürriyet ışığından mahrum ve istiklâlsiz kalmıştır o gün.
    Birinci dünya Savaşının sonlarına doğru itilâf devletlerinin tarafına geçmiş olan Yunanlılara ödül olarak, İzmir ve çevresi vaat edilmiştir.15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in işgali ile başlayan mütecaviz akım, tüm Anadolu’nun yakılma ve yıkılma sürecini başlatmıştır. Mondros antlaşmasını dayanak yapan itilaf devletleri, Anadolu’yu aralarındaki taksimat planları çerçevesinde işgale koyulmuşlardır. Adana ve Maraş havalesini Fransızlar işgal etmiştir. İzmir, Eskişehir, Samsun, Merzifon ve Bartın ile güneyde Musul, Urfa ve Gaziantep; İngilizler tarafından işgal edilmiştir. İtalyanlar ise; Antalya, Konya ve Söke çevresini işgal etmişlerdir.
    Yeniden hür günlerin imkânsız gibi görüldüğü bir karanlık tarih aralığında, millet direncinin yükseltilmesi ve istiklâl aşkının gönüllerde tekrar tutuşturulması; vatanperver şairler tarafından sağlanmıştır. 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir rıhtımına çıkan yunan kuvvetlerini çılgınlar gibi alkışlayan yandaş insan öbekleri, Yunan güçlerinin üstün geleceğinden ve en azından batı Anadolu’nun sonsuza kadar artık Yunanlıların olacağından son derece emindiler. Ancak bu alçakça işgal ile birlikte, Anadolu’nun suskun şairlerinin haykırışları da başlamıştır o gün.
    İzmir’in işgalinin sekizinci gününde 23 Mayıs 1919’da Sultanahmet meydanında yapılan ilk mitingde karalar giyinmiş bir Türk kadını olan şair Halide Edip ADIVAR; iki yüz binleri bulan bir kalabalığa şöyle sesleniyordu. “ Kardeşlerim! Yurttaşlarım! Gecenin en karanlık olduğu ve hiç bitmeyecek sanıldığı zaman, gün doğuşunu en yakın olduğu zamandır” Konuşmasının sonlarına doğru şair, Sultanahmet meydanının gök kubbesinin mana direkleri olan minarelerini başparmağıyla işaret ederek, konuşmasını şu şekilde sürdürmüştür.
    “… Ruhu göklerde olan 700 senelik tarihimiz bu minarelerden bugün Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam, bu tarihi meydanda zafer alayları tertip eden ecdatlarımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna at süren namaglûp erlerin evlatları önünde ben, baş eğiyor ve yemin ediyorum. Diyorum ki, bugün kolları kesilmiş olan Türk’ün kalbi eski yiğitlik ve cesaretini kaybetmemiştir… Allah’a, hakka, milletlerin ilâhi hakkına dayanan, Türk milleti olarak, bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilân ediyorum… Bu muazzam toplantımızda bu aşk, vatan ve Allah aşkı, payidar oldukça hiçbir şey bizi buradan ayıramayacaktır…”
    Yine Sultanahmet meydanının bu matem mitinginde şair Mehmet Emin YURDAKUL, öyle söylemektedir. “ Keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir alil olsaydım. Milletin kulağını parçalayan bu felaket seslerini işitmeseydim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam fazilete ve ahlaka zengin bir şiir ve edebiyata, dini ve milli an’a nelere, ırki ve vatani hatıralara malik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor. Altın tahtları, granit kaleleri yakıp yıkan fatihlerin kılıçları, her zaman milli ruhların önlerinde aciz kalmışlardır.”
    Şairleri haykıran bu millet; mazide yıkılma yolundayken ayağa kalkmıştır ve neredeyse yeniden dirilmiştir. Tarihin yine, yeni bir karanlık tünelinden ve tehlikelerle dolu bir döneminden geçmekteyiz. Şimdi tüm yazar-çizerlerimiz, şair ve kanaat önderlerimiz görevinin başında olmalıdır. Ne demiştir şair?
    “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
    Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
    Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”

  59. OMUZ ATMAK

    Madalyonun birinci yüzündeki çirkinliği telin etmek ahlakın ve etiğin bir gereğidir. Birinci yüzündeki çirkeflik; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yapılan saldırıdır ki, kınamak kalemlerimizin borcudur. DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Libya yolundaki DTP ve bayrağıyla ilgili yaptığı açıklamalarla ilgili olarak, kavgaya bahane arayan efevari bir sertlikle ve adeta omuz atarak çok sert şekilde bir tepki göstermiştir.

    TBMM’de gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kaplan, “Başbakan kafayı yemiş” demiştir. 1924 yılından bu güne kadar süregelen hükümetlerin hiçbir başbakanına bu denli hakaret anlamının yüklenebileceği bir saldırı ve sataşma yapılmamıştır. Bizler, Sayın Başbakan’ımızı fikir özgürlüğünün sınırları içersinde elbette eleştirebiliriz. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başbakanının böyle bir üslupla aşağılanmasına ve hakarete muhatap edilmesine ise, şiddetle karşı çıkarız. Zira burada Sayın R.Tayyip ERDOĞAN’ın şahsında, Başbakanlık makamı tahkir edilmiştir ve aşağılanmıştır. Bu aşağılayıcı ifadeleri sarf edenlere mülaki en iyi yanıt, aynı ifadelerin çıkış adresine “şekli aynı” ile iadesinin yapılmasıdır. Bizler de bu düşüncelerle, akıldan nakıs bir şekilde peyda olmuş bu şirret ifadeyi kullananların aymaz çehrelerine bir tokat gibi aynı sözleri iade ediyoruz. Bunu bir taraftarlık şuuru içinde değil, ancak bir milli tepki olarak ortaya koyarız ve bu tepkimizde de ısrarkâr oluruz.

    Madalyonun ikinci yüzündeki fotoğraf; bir irade tutukluğu veya bir öngörü yetersizliğidir. Yıllardan beri DTP kongrelerinde Atatürk posterleri yerine Bölücü Başı’nın posterleri afişe edilirken, Türk bayrakları yerine PKK figürlerinin resmedildiği bezler asılırken, İstiklâl marşı yerine PKK’nın ağıtları dinletilirken ve Anadolu’nun kalbi Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti’ne adeta kafa tutulurken ve omuz atılırken bu ırkçı örgütlenmeye sessiz kalınmıştır. Sayın Başbakan’ın İzmir olaylarından sonra siyasi nazeninliğini devre dışı bırakarak nabız kontrolüne yönelik ve inandırıcı olmayan müdahaleleri millet tarafından okunur hale gelmiştir artık. Pazar dağılmıştır. Bor meydanı boşalmıştır ve satıcılar Niğde yolundadır. Daha henüz heybesini Bor pazarına açmaya çalışan Sayın Başbakan geç kalmıştır.

    Sunulan bu siyasi menü, milletin midesini bulandırmaya başlamıştır. Aynı manzara dağdan inen teröristlerin Habur’da karşılanma seremonisinde de yaşanmıştır. Bölücü Başı’nın posterleri ve PKK karinesi olan renkli bezlerle yapılan şatafatlı karşılamanın yapıldığı günün ikindi saatlerinde Sayın Başbakan, “Sınırdaki bu manzara insanı duygulandırmaz mı?” diye yorum yapmıştır. Ancak tepkileri görünce de çark ederek, “Bir daha bu tür manzaraların yaşanmasına izin verilmeyecektir” diyerek bilindik nabız kontrol hekimliğini sürdürmüştür.

    Sayın Başbakan’ın sindirme ve hazmettirme politikalarını neredeyse ezber eden Anadolu insanı, mutlaka ayılarak ve uyuklama sürecini nihayet erdirerek, aksak giden bu sürece iradesini yansıtacaktır. Önce çok aykırı adımlar atan, daha sonra tepkileri sessizce dinleyen ve dinleten daha sonra ise, tepki aldığı açılım başlıklarını kendince törpüleyerek hazmettirmeye çalışan bu zihniyet sobe olmuştur artık. Ve işte bu, İzmir’de açığa çıkmıştır. Herkes aklını üstüne alsın! Hoşça kalın.

  60. MİLLET VİCDANI
    Ülkemiz; derinleşen sosyal, siyasal ve ekonomik çok yoğun sorunları nedeniyle her geçen gün daha da zaafa uğratılmakta olduğu bir siyasi süreçten geçmektedir. Türkiye’nin üzerine çullanan bu sorun yumaklarının çözümü noktasındaki çaresizliğe sessiz kalmayarak bu yolculukta “ben de varım” diyen her bir vatandaşımız, Millet Vicdanı’nın asli ortak kadrosundadır.

    Bu kötü yönetilen sürecin doğurduğu halk çaresizliğini sonlandırmak, ülkemizin içerisinde bulunduğu iç ve dış irtibatlı problemlerinin halli noktasında fikir beyan eden vatandaşlarımızın önerileri ve siyasi irade beyanları, Millet Vicdanı’nın vücuda getireceği mili çözüm programının metinleri içinde yerini alacaktır.

    Coğrafi olarak Türkiye haritasını paylaşan halkımız, özellikle son yedi yıldan buyana siyasi olarak, sosyal olarak ve iktisadi olarak bir buhran cenderesine konulmuştur. Türkiye’yi yönetenler; insanımızı içeride ve dışarıda lâyık olduğu itibar çıtasının çok aşağı seviyelerine düşürmüştür. Ülke insanı, uygulanan ekonomik politikalarla fakirleştirilmiştir ve derin bir çaresizliğe mahkûm edilmiştir. Milletin Dürüst Vicdanı; işte bu kötü gidişata dur demek için, millet ile el ele verecektir. Bu buluşma mukadder olmadığı takdirde, tarih; mutlu baharları değil ama zemheri şartlarını ve karanlık bir geleceği Anadolu insanına lâyık görmüş olacaktır.

    2002 yılından buyana artan iç ve dış borç rezervlerimiz yaklaşık 250 milyar dolar daha artarak 500 milyar dolar olan psikolojik travma noktasını aşmıştır. İşsizlik oranı; resmi olmayan miktarlar da dâhil edildiğinde %30 noktasını aşmıştır. Uygulanan dışa bağımlı ekonomik politikalarla, sanayi, tarım, hayvancılık ve tekstil sektörünün de içinde olduğu birçok ekonomik üretkenlik tasfiye sürecine itilmiştir. Yanlış ve dışarıdan öğütlü politikaların neticesinde, Türk tütünü’nün yerini Virginia tütünü almıştır. Türk mısırı’nın yerini Amerikan mısırı ve Türk pamuğu’nun yerini Yunanistan pamuğu almıştır. Böylelikle; bir zamanlar fevkalade yüksek kaliteler ile tarlalarımızda ürettiğimiz ürünlerin büyük bir kısmının ithalatçısı durumuna düşürüldük. Şimdilerde Türkiye; üretemeyen, dünya piyasaları ile rekabet edemeyen ve eksi seviyelerin altında seyreden bir büyüme hızı ile tarihinin en karanlık günlerini yaşamaktadır. Milletin Dürüst Vicdanı; işte bu karanlık gecelerin sabahında aydınlık yarınları müjdelemek ve kötü giden bu seyri engellemek için, halk ile ele ve omuz omuza olmanın gayret ve mecburiyetindedir. Bu mecburiyetin algılanamadığı şartlarında ise; esaret, teslimiyet ve her kanattan milletimizin mahkûmiyeti ve tarih cetveli üzerinde bir ulusun silikleşmesi söz konusu olacaktır.

    Yine son yedi yıldan buyana uygulanan gayri milli politikalarla; halk fukaralaştırılmış, alım gücü zayıflatılmış, yardım ve iaşe serumlarıyla, kömür ve gıda paketleriyle yardıma muhtaçlık olgusu, olağan bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür ve bu durum da millete kanıksattırılmıştır. İşte Milletin ortak siyasal iradesi ile bugün; dirençlerin tükenme noktasının ötesine geçildiği bir karanlık tarih aralığında yeniden bir özgüven şoklaması ile halkımıza yakışan tarihi vakar, Anadolu adlı umut dağının yamaçlarında milletin siyasal kararlarıyla ve yüksek öngörüsünün önderliğinde korkusuz bir dev olup, en yakın bir gelecekte ayağa kalkma mecburiyetindedir. Bunun haricindeki her ihtimal, ulus İstiklâlimizin özellikle siyasal ve ekonomik anlamda yıkımı anlamına gelecektir.

    Türkiye’nin yüz ölçümü alanı 779.452 km2 den ibarettir. Bu alanın 268.000 km2’ si tarıma elverişli tarım arazisidir. Ancak çok hazin bir gerçeğimizdir ki; bu gün bu alanların yaklaşık 100.000 km2 si gibi büyük çoğunluğu yabancılara ait olan bankalara ipotek ve icra takiplerinin sonucunda el değiştirmiş durumdadır. Takip ve davaları sürmekte olan ve devir alınmayı bekleyen arazilerle beraber coğrafyamızın yaklaşık %20’sini bulan kısmı, yani yaklaşık 150.000 km2 si 2010 yılı sonuna kadar, cebri takipler neticesinde yabancı sermayenin ahtapot temsilcilerinin ellerine teslim edilecektir. Milletin Dürüst Vicdan’ı, işte bu Vatanı; emanetindeki borcu telakki edecektir ve bu borcu ise; kutsalı ve namusu olarak yorumlayacaktır. Bu ortak yorum paydasının neticesinde ise; aziz milletimiz ile el ele vererek, yabancılara toprağın satılması ile ilgili yasaları yeniden düzenleyecek bir siyasal zihniyetin muktedirliğine imkân tanıyan bir oluşum sağlanacaktır. Bu olmazsa olmaz refleksin haricinde, coğrafya derinliğimizin ve milli bir devlet olma olgumuzun derin ve tedavisi imkânsız bir yara alacağı kesindir.

    Milletinin içindeki ateşi yüreğinde hissederek, ancak halkının eline verdiği meşale ile Türkiye’nin önünü aydınlatama gayretindeki Millet Vicdanı’nın, milletin menfaatlerini göz önünde tutacak bir milli politika ile Anadolu insanının kara yazgısını değiştirme mecburiyeti vardır. Milletin menfaatlerini göz ardı ederek siyaset arkında karanlık yosunlara tutunmuş ve halkın lehinde yol yürüyemeyen ve yürüttükleri yanlış politikalarla Türk Milleti’ni halsiz ve dermansız bırakanların siyasi ömürleri, çok yakın bir gelecekte milletin göstereceği milli refleks ile birlikte nihayete erecektir. Çünkü Türkiye siyaseti; Türkiye’de sefaleti ve teslimiyeti tarihin çöplüğüne gönderecek hararetle beklenmekte olan bir dürüst lidere hamiledir. Bakalım zor zamanlarda kutlu doğumlar yapabilen Anadolu’nun rahmi, şimdi hangi kurtarıcılara gebe. Hoşça kalın.

  61. AYIPLI DEMOKRASİ

    Avrupa’ya ayıp etmeyelim. Bizim demokrasimiz de ayıplıdır ve çifte standartlıdır. Özelleştirme kapsamında kapatılan işyerlerinde çalışan ancak şimdi ise, işlerini kaybeden işçilerimizin haklı seslerini duyurma eylemleri tüm yurtta dikkatle izlenmektedir. Birkaç günden beri Abdi İpekçi Park’ında ve AKP Merkez Binası önünde toplanarak kapatılan işyerlerinin doğurduğu neticelerden kaynaklanan sebeplerle mağduriyetlerini anlatmaya çalışan Tekel işçileri şiddetli muamelelere muhatap kalmıştır.

    Ankara Emniyet Müdürü Orhan ÖZDEMİR’in emrindeki polislerimizin Tekel işçilerine karşı düzenledikleri tazyikli sulu, gazlı, bombalı ve coplu müdahale toplum tarafından esefle seyredilmektedir. Hak arayanların, gösteri hakkını kullanmak isteyenlerin, emek ve ekmek hakkını kaybetmemek için bir takım taleplerini dile getirenlerin, düşman güçleri görüntüsü ile suya dökülmeleri millet vicdanını kanatmıştır. Çünkü bizim demokrasimiz de ayıplıdır.

    Yine Kamu Emekçilerinin 25 Kasım’da gerçekleştirdiği bir günlük iş bırakma eylemi sonrası açığa alınan 16 TCDD görevlisinin işe iadesi için arkadaşlarının yapmış olduğu eylemler de şiddetli muamelelere muhatap bırakılmış ve çok sayıda işçi daha açığa alınmıştır. Devam eden gösterilerde de, işçilerden bazıları yaka paça tutuklanmış ve bir hak arama mücadelesi netice olarak polis gücü zoruyla bastırılmıştır. Çünkü bizim demokrasimiz de ayıplıdır.

    Hükümet içerisinde de muhakkak hamiyet sahibi ve vicdan ehli millet temsilcileri vardır. Aylardan beri araçları yakanlar, işyerlerini kullanamaz hale getirenler, taşlarla devlet ve millet malına zarar verenler, yaşama güvenliğini yok edip can alanlar, milletin bütünlüğünde kocaman çatlaklar oluşturanlar, devletin bekasını tehdit ederek tehlikeye düşürenler, kıyama durmuş devlet güçleri önünde adeta geçit yaparlarken bir yaptırım ve müdahaleye muhatap kalmamaktadır. Ancak masum taleplerin sahibi işçi ve emekçiler devletin acı gücü ile derinden gücendirilmişlerdir. Çünkü bizim demokrasimiz de ayıplıdır.

    Demokratik özgürlük haklarını kullanma vehmindeki eylemcilerden devlete ve halka zarar verenler hoş karşılanıp gizemli bir koruma kalkanı ile muameleye muhatap edilmiştir. Ancak siyasi iktidarın politikalarının sonunda, uğradıkları mağduriyetlerinin giderilmesini isteyen insanlara ise, üvey değil düşman taraf muamelesi yapılmıştır. Türk Devleti’ni yıkma gayretindeki PKK’lılara gösterilen gösteri müsamahası, ekmek ve teknelerini kaybetme derdi ile yapılan haklı gösterilerde gösterilmemiştir. Gönlünde küçük izan ölçüleri olan her fert, şimdi gücenmiştir artık devletine. Sebep? Çünkü bizim demokrasimiz de ayıplıdır.

    Türkiye’de umudun, inancın, insan hak ve hürriyetlerinin temsilcileri olduğunu yıllardan beri dillerine pelesenk edenler; özgürlüklerden, demokrasiden ve haktan bahsetmemelidirler bundan böyle. Bu milletin yarınlara dair umutları yedi yıl boyunca takiyye sanatçılarının ağızlarında oyalanmıştır ve bugünlerde ise iyiden iyiye yok edilmiştir. Devletin bölünmez bütünlüğüne dair olan inançlar zaafa uğratılmıştır. İnsan onur ve haysiyetinin gereği olan asgari yaşama standartları birkaç paket makarnaya ve kömür torbalarına indirgenmiştir. Türkiye’de milyonlarca insan açlık ve sefaletin kıskacına terkedilmiştir bugün. Sebep? Çünkü bizim demokrasimiz de ayıplıdır.

    Bin yıldan beri bu toprakların kader konukları olan Anadolu insanı; ortak kıvançları ile beraber sevinmiş, ortak acıları ile birlikte hüzünlenmiş, ortak günlerinde ise halay çekip hep beraberce bayramlar yapmıştır. Bugün ülkemizi etnik ve dinsel parçalara ayırmak ayıbını hayâsızca yerine getirmek isteyen güçlerin lojistik uyduları görev yarışına girmişlerdir. Milletimizin ortak paydalarını ortadan kaldırarak, birlikte yaşamanın imkânsızlığını ispata memur gaflet ve dalalet tellalları ihanet tepesine yollar açmaktadırlar. Tepeye varıldığında, Anadolu’nun bozkır ve şehir merkezlerinde yükselen elem ve figanlar duyulacaktır. Bu figan kan demektir, ölüm demektir, birliğe beraberliğe, huzura ve barışa elveda demektir. Açılan o yolların işaret ettiği tepe; bir iç savaş demektir. Yarım hoca dinden ve yarım doktor candan eder derler. Ayıplı demokrasimiz de bizleri, vatanımızdan etmesin!

  62. milleti hür vicdanı hür bağımzız bir ülke istiyoruz artık muhafazakar demokrat üretken insan hak ve özgürlüklerine saygılı daha müreffeh bir türkiye buda sizinle olur ancak sayın onurlu bakan kuruc sayın genel başkan başta olmak üzre yeni oluşuma desek veren herkese saygılar yolumuz acık olsun

  63. Bursa il teşkilatı yönetim kurulu üyesiyim sayın genel başkanımıza ve tüm türkiye partililere nacizane fikrimi iletmek istiyorum.Bence partimizin mitinglerinde daha coşkulu daha istekli bir katılım olması gerektiğini düşünüyorumm bu nedenle aklımdan geçen,etkin olabileceğine inandığımm bazı söylemlerin vurgulanması gerektiğini düşünüyorumm değerli üye arkadaşlarımında bu yönde slogan veya söylemler üzerinde çalışma yapmalarını rica ediyorumm.Her yeni fikir sadece bizim değil ülkemizin menfaatleri için çok önemli bu nedenle yazdıklarımın genel merkez tarafaından dikkate alınmasını diliyorum.

  64. Bu ülke sevgiyle,güvenle,dostlukla,paylaşarak,inançlarıyla,duygularıyla,saygıyla,muhabbetle,azimle,sabırla, çeşit çeşit mozaikleriyle büyüdü ve gelişti ama hiç bir zaman yıkılmadı ve yıkılmayacaktır.Hainlerin oyunlarına daha önce nasıl gelmediyse yine gelmeyecek gaflete dalmayacaktır. benim nacizane sıloganlarım aşağıdaki gibi olacak.
    Türkiyenin sizin azminize
    Türkiyenin sizin sevginize
    Türkiyenin sizin güveninize
    Türkiyenin sizin coşkunuza
    Türkiyenin sizin inancınıza
    Türkiyenin sizin İnancınıza
    Türkiyenin sizin Birliğinize
    Türkiyenin size ihtiyacı var
    Size,size,size ihtiyacı var
    Türkiye sizi bekliyor
    Haydi Türkiye,haydi TÜRKİYEMMM

  65. KURTULUŞ ATEŞİNİ KÖRÜKLEYEN ŞAİR

    Şüphe yok ki; Ölümünün 73. yıldönümünde derin bir hasret ve rahmetle andığımız M. Akif ERSOY, Milli değerlerimizin en önemli ve en zengin simgelerinden birisidir. Şüphe yok ki; Mehmet AKİF ERSOY, İstiklâl yollarının korku ve yeisle kaplı olduğu 20. asrın ilk çeyreğinde, Anadolu insanının bir moderatörü, yön belirleyicisi ve kurtuluşa kafa yoran tüm panelistlerin panel başkanlığını üstlenmiştir.

    Geçtiğimiz asrın başlarında, tarihi insanlık tarihi kadar eski olan bir millet, istikamet sorunu yaşamaya başlamıştır. O günlerde, bir taraftan Amerika’nın korumasının muhtaçlığına düşülmüşken diğer taraftan da İngiliz mandasını savunan düşüncelerin musallatlığı, Anadolu insanının istikametini belirsizleştirmiştir. Milli dinamizm çökmüş ve zinde tutulması gereken milli şuur derin bir şaşkınlık dönemine girmiştir. Mehmet Akif ERSOY, böyle zor ve karanlık bir dönemde, muhtaçlığı çekilen istikamet yoksunluğunun kılavuzu, ruhlarda sökün edecek istiklâl aşkının körükleyeni ve bir milletin derinlerden gelen haykıran destansı sesi olmuştur.

    Takvimlerin 1900″lü yılların hemen ilk çeyreğini tarif ettiği emperyalizmin yine bir hışım döneminde, tarihin sahnesinden bir milletin atılmasına ramak kalmıştır. Türk Milleti”nin binlerce yıllık secdegâhı olan Anadolu coğrafyası, bir milletin kanıyla tarumar ve tanınmaz hale getirilmeye neredeyse bir kelebek ömrü mesafesine yaklaştırılmıştır. İzmir rıhtımına kuduzlaştırılmış insan benzeri yamyamları taşıyan Yunan gemileri demir atmıştır. İslam”ın Avrupa”daki Kâbe’si İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Adana, Maraş, Urfa ve G. Antep Fransızlar tarafından ablukaya alınmıştır. İtalyanlar ise, Antalya”dan başlayarak Konya”ya kadar yaklaşmıştır. Anadolu insanı mahzun, çaresiz, istiklâlsiz, istikametsiz ve inadına mecalsiz kalmıştır o günlerde.

    İşte M. Akif ERSOY, böyle bir dönemde milli moderatör olmuştur ve milletinin yüreğinde pörsümüş ve sönmeye yüz tutmuş inanç ve özgüven meşalesini iman ateşi ile tutuşturmuştur. Milletin sinesinde yansıma bulan Akif”in haykırışı, bin yılda derilen milli değerlerimizin geçtiğimiz asrın başlarında emperyalizme teslim edilmesini mutlak surette engellemiştir. İstanbul”dan Anadolu”ya geçen M. Akif ERSOY, Anadolu”nun çorak yamaçlarında, şehirlerinde, kasabalarında, köy meydanlarında, harman yerlerinde, memleket camilerinde, cami avlularında ve meydanlarında halka çağrıda bulunarak, millet vicdanını ayağa kaldırmıştır. Böylelikle ise, bin yılda kazanılan milli değerlerimiz geçtiğimiz asrın başlarında heba edilerek emperyalizme teslim edilmemiştir.

    M. Akif ERSOY’un 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu”daki Nasrullah Camisi’nde verdiği ateşli ilk vaazı, Edirne’den Diyarbakır”a kadar tüm yurtta büyük yankılar uyandırmıştır. Yine Ankara’da çıkarmaya devam ettiği Sebil’ür-Reşad Dergisi’nin yaydığı İstiklâl ziyası, tüm Anadolu”da artan bir umudun, yükselen bir inancın ve tutku haline gelen özgürlük ateşinin adeta rüzgâr körüğü olmuştur.

    1921’de Ankara’da Taceddin Dergâhı’na yerleşen Mehmet Akif ERSOY, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevi esnasında Yunanlıların Ankara’ya ilerleyişi karşısında meclisin Kayseri”ye taşınması fikrine karşı çıkarak, bunun bir dağılmaya yol açacağını söylemiştir ve meclisin Ankara’da kalması önergesini vermiştir. Mehmet Akif ERSOY’un önergesi kabul edilmiştir ve O’nun Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulması görüşü benimsenmiştir. Böylelikle; Yunan bozgununun yol haritasında Akif, rol alan bir isim olmuştur.

    22 Haziran 1919 da deklare edilen ilk genelge ile teslimiyetçi anlayışın ret edilmesi düşüncesini ve milletin kaderine yine milletin bizzat kendisinin sahip çıkması gerektiğinin inancını milletinin vicdanında bayraklaştıran, Türk Milleti’nin haykıran büyük şairinin ruhu şad olsun. İslam’ın aydın münevverini ve imanın bir destan makamındaki mütefekkirini hasretle, sevgi ile ve saygı ile anıyoruz ve ruhuna nihayetsiz fatihalar gönderiyoruz. Ölümünün 73. yılında onu bu köşeden; bir sonsuzluk madalyası olarak, sonsuza kadar gururla taşımak üzere gönüllerimize emanet ettiği İstiklâl şiirinin bir kısmı ile derin bir hicranla uğurluyoruz.27.12.2009

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
    Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!

    2010 YILININ; ŞAHSINIZA, SEVDİKLERİNİZE, MİLLETİMİZE VE TÜM İNSANLIĞA

    GÜZELLİKLER GETİRMESİNİ TEMENNİ EDERİM. Fahrettin KORKMAZ

  66. katillerin kahraman sermayenin egemen olmadığı bir ülke istiyoruz ne batılı somürgecilere ne amerikan kapitalizmine oyuncak milleti hür vicdanı hür ilelebet barış ve kardeşlik içinde özgür bir türkiye için yeni oluşum yolun acık olsun selamlar saygılar

  67. GÜÇSÜZ ORDU MECALSİZ BİR TÜRKİYE DEMEKTİR.
    Günlerdir coğrafyamızı teslim alan yoğun kar yağışları ve dondurucu soğuklar, bünyelerimizi ısıtan güneşimizden bizleri mevsimsel olarak uzak tutmuştur. Bu zemheri günleri elbette sona erecektir. Kardelenler açacak, cemre düşecek ve milyonlarca yıldan beri olduğu gibi, yerkürenin yamaçlarında yeniden baharlar açacaktır. Baharlarımızı takip eden sürelerden sonra, sımsıcak günler yeniden bizlerle beraber olacaktır ve bahçelerimizde rengarenk güller açacaktır. Yani karla, ayazla, buzla, tipiyle, yağmurla ve dolu ile ufkumuzu karartan mevsim karanlıkları elbet yeniden güneşli ufuklarla buluşacaktır. Bundan şüphemiz yoktur.

    Ancak çok şüphesi ve tedirginliğini yaşamakta olduğumuz hususu şudur ki, 1923 yılından beri Anadolu”nun ufkunda parlayan Cumhuriyet güneşimizi karartmaya çalışan kara vicdanlıların yaratmayı arzu ettikleri Güçsüz Ordu ve Mecalsiz Türkiye ile bu ülkenin insanları, istiklalsizliğin cehennem çukuruna gönderilmek istenilmektedir.Türlü türlü entrikalarla emperyalizmin taşeronlarından öğütlü sayısız kalemler, aldıkları emirler doğrultusunda satırlarına yan basmaktadırlar. Şimdilerde yandaş ve taraf lakaplarını madalya gibi adlarına tescil ettiren vicdansız kalemler, millete dair tüm müspet kaleleri düşürmek için ellerinden gelen her tertibe tamam demektedirler.

    “Taraf” adlı bir tefrikanın sayfalarında her ne pahasına olursa olsun yanlışa taraf olmuş ve şartlanmış yazarlar bilirim, mert mi mert(!) Tüm yanlışlara taraf olmuşluklarını açık yüreklilikle dile getirerek adlarına “Taraf” demişlerdir.Ancak yine hülle sanatkarı ve siyaset bezirganı bazı öğütlü kalemler bilirim ki, namert mi namert. Tefrikalarının adlarını “Yandaş” ifadesiyle betimlemek yerine, köşe bucak türlü yanıltıcı isimlerle takiyye yapmaktadırlar. Vicdanlarının yönlendirmesiyle değil ama AB ve ABD”nin güdümündeki işbirlikçi bazı kalemler, çirkef değirmenine yalan ve entrikalar taşımaktadırlar. Ergenekon davasının başladığı günlerden bugüne kadar bu yalan makineleri, hiç susmadan harıl harıl çalışmaktadırlar.

    Güçsüz bir Türk Ordusunu yaratmak için sayısız asılsız darbe iddialarını ortaya atanlar, orta yerde kalmışlardır.Ancak ar ve haysiyet damarlarında herhangi bir utanma ve sıkılma da olmamıştır. Sözde TSK destekli Sarı Kız, Ay Işığı, Kafes ve AKP”yi bitirme planı gibi sayısız trajikomik iddialar, biri biri ardına boş çıkmıştır. Ancak yandaş medya, “velev ki yüz seksen defa da olsa” yalan bombardımanında ısrar etmektedirler. Son olarak ta “Balyoz” adlı bir diğer sözde darbe planı iddiasıyla, Türk Ordusu”na karşı iftiralarını sürdürmektedirler.Şimdi merak edilen husus şudur.Tüm hışımlı ve fiyakalı kelimeler bu uydurma darbe planlarında isim olarak kullanıldı. Çok kelime fakiri olmayan herkes hesap edebilir ki, bundan böyle bu uydurma darbe iddialarına kod olabilecek kelime bile bulamayacaklardır bu vicdansız kalemler(!)

    Mecalsiz bir Türkiye”yi bu coğrafyaya uygun görenlerin, batma ve parçalanma ihtimali giderek artan bu geminin tayfaları arasında olmadıkları kesindir. Zira batacak bir geminin yolcuları arasında olduğunu bilen hiçbir mensup, aynı geminin makine dairesine infilak mayınları döşemez. İnadına sıra sıra baskıya verilen bu vicdansız tefrikalarla zayıf düşürülecek Türk Ordusu ile mecalsiz Türkiye yaratılacaktır. Mecalsiz Türkiye ile ise, esaret ve teslimiyet Anadolu insanı için kaçınılmaz olacaktır. Yağsın lapa lapa karlar.Teslim alınsın şehirlerimiz metreler boyu kar ile ve Sibirya soğukları ile. Korkmayın! Baharlar gelecektir. Sıcak güneş ufkumuzda ağaracak ve yoğun buz ve kar esareti sona erecektir.

    Korkun, ürkün, tedirgin olun ve telaşa kapılın! Eğer teslim alınacak olan Cumhuriyetiniz ise. Hüzünlenin, endişelenin ve rahatsız olun! Eğer teslim alınacak olan istiklaliniz ve bağımsızlığınız ise. Uykularınız kaçsın, uyuyamayın, ayağa kalkın ve hatta tepki verin ve direnin! Eğer ülkeniz birliğini ve beraberliğini, barışını ve huzurunu kaybetme tehdit ve tehlikesi ile karşı karşıyaysa ve hatta bölünüp parçalanma uçurumuna doğru itiliyorsa. Evet ayağa kalkın ve tepki verin ve hatta direnin tüm demokratik haklarınızı kullanarak. Hoşça kalın.

  68. GÜLÜNDEN KOPARTILAN BÜLBÜL : ECYAD KALESİ

    Ecyad Kalesi; Bülbül Tepesi’nde gülünden kopartılan bir aşkın fanileşmesinin hikayesidir.Gül bitmeyen, bülbülün gül ile meşk edemediği çöl devleti Suudi Arabistan’a, gülüne yakın olabilmek için, bir bülbül göç etmişti asırlar önce.Ancak Ecyad adlı bu bülbül; 2002 yılında, yani sekiz yıl önce yine böyle bir mevsimde gülünden kopartılmıştır.

    İslam hadimliğini; mertebelerin en şereflisi addeden bir coğrafya olan Anadolu’dan kalkan Osmanlı’nın “Aşk Bülbülü” konuvermişti bir tepeye, çok yakınına Kabe’nin. Hazreti Muhammed’in hasret haritası olan İstanbul’dan, gönül dolusu muhabbeti kanatlarına kutsal yük eden bu Aşk Bülbülü” ne “Ecyad Kalesi” adı verilmiştir Bülbül Tepesi’nde.

    1780’li yıllarda yaklaşmıştı gülüne, Kabe’sine, Mekke’sine Bülbül tepesi’nde bülbül.Ona; Bülbül tepesi’nde muhkem bir yerde, Kabe’nin korunması ve savunulması görevi tevdi edilmişti. Artık tarihin istikbale doğru akıp giden nihayetsiz zaman periyotlarında bülbüle meşk ve aşk günleri başlamıştı. Osmanlı’nın inançlı yeniçerileri o günlerden sonra, İslam’ın kutsal bölgelerinde muhafızlık ve hadimlik mutluluğunu yaşamaya başlamıştı. Bülbül Tepesi’ne konuşlanan Ecyad Kalesi’nde, böylesi bir kutlu görevlendirme nöbeti başlamıştı.

    100 yılı aşkın bir hizmet döneminin ardından 1861 yılında Osmanlı Devleti tarafından Ecyad Kalesi bakıma alınarak yeniden yenilenmiştir. O günlerin zorlukları içerisinde, İstanbul ile yapılan mimari iletişim trafiği ile büyük zahmetler ve harcamalarla onarım tamamlanmıştır. Dağlar ve denizler aşılarak gönderilen 400 yeniçeri yeniden aşk nöbetine devam etmiştir.Yine yeniden Mekke’deki iman evine hizmetkarlık uzun yıllar özveriyle ve samimiyetle yapılmıştır.

    İngilizler 1916 yılında Sina yarımadasını ele geçirmişlerdir. İngilizlerin kışkırtmasıyla Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyankarlığında, tarihin nankörlüklerle ve vefasızlıklarla dolu bahtsız günleri başlamıştır. Osmanlı kuvvetleri son olarak 1918 yılında Yafa’da yapılan çarpışmalarda Arap-İngiliz ittifakına yenik düşmüştür.

    Artık Osmanlı Türk Devleti’nin asırlarca hizmetkarlığını yaptığı kutsal beldelerde yalnız anıları kalmıştır. O topraklarda kalan taşınmaz eserlerin; camilerin, kervansarayların ,mabetlerin ve kalelerin haricinde bir varlığı kalmamıştır kocaman bir imparatorluğun. Tarihe ışık tutan Ecyad Kalesi de bu eserlerden birisiydi. Önemliydi, anlamlıydı ve unutulmazdı.

    Ancak tutunamamıştır, Bülbül Tepesi’ndeki suskun nöbetine Ecyad Kalesi. Suudi Yönetiminin tarih boyunca mütemadiyen tekerrür eden vefasızlığına kurban olmuştur. 2002 yılının yine bir kış mevsiminde bugünlerde; kılları kıpırdamadan, yürekleri sızlamadan, kalplerinde bir zerre vefa ve merhamet hissetmeden yıkmışlardır ve yok etmişlerdir Ecyad Kalesi’ni.

    Allah’ın Resulü; beşeriyeti bataktan kurtarmak için ilahi bir görev ile mücadeleler vermiştir. Çok mütevazı bir hayat sürmüştür. Arkasında Kuranı Kerim ve İslam dinini insanlığa ebedi bir reçete olarak bırakarak bu dünyadan göçmüştür. İslam’ın peygamberi, kendisine ilahlık payesi veren ve o günün en yüksek piramidini kendi adına yaptırtan Firavun düzenine karşı savaş açmıştır. Osmanlı medeniyeti; sınırları içerisinde Kabe’nin minarelerinden yüksekte hiçbir mimariye müsaade vermemişken, günümüzün emperyalist firavunları Ecyad Kalesi’ni yıktırtmıştır.

    O mütevazı kalenin yerinde ve dolayısı ile Kabe’nin hemen bitişiğine ise, kendi egolarını tatmin edecek ve boyu onlarca piramit boyutlarını aşan Abraj el beyt kulesini yaptırtmışlardır. Bu kulenin dibinde mahzunlaşan Kabe ise, Suudi Kralının 570 metre yükseklikteki odasından ancak bir böcek büyüklüğünde görülebilecektir. Ne Nemrutlar ve ne Firavunlar yok olmuştur insanlık tarihinin derinliklerinde. 570 metrelik para firavunlarının piramitleri de yıkılacaktır bir gün. Ancak, gönüllerde dimdik duran Ecyad’ın manevi ihtişamı, kıyamete kadar Kabe’nin aşk bülbülü olarak devam edecektir.

    Kabe’ye çok derinden sevdalıydı,Bülbül Tepesi’nde bir BÜLBÜL

    Ecyad Kalesi; Mekke’de emaresiydi Türk’ün, seyrederdi GÜL

    İngiliz ile ittifak, bunca nifak ve nankörlük hepsi KABÜL

    Yok oldu şimdi. Gülü Kabe olan, mazideki talihsiz BÜLBÜL

    Sızlamıştır kemikleri, incinmiştir ruhlar ve mahzundur ECDAT

    Kırılmıştır kalpler, burkulmuştur yürekler yıkılmanla sen ECYAD

    Koparıldı Mekke’den, Bülbül Tepesi’nden Ecyad adlı İRTİBAT

    Silindi tarihten bir tanık, bir miras ,bir anı, belki de son bir TAD

  69. BOP OPERASYONLARI
    ABD’nin eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice, 2003 yılının 7 ağustos tarihli wasington Post gazetesinde yayınlanan yazısında, bu günlerdeki olayları o günlerden itibaren resmetmiştir. “Transforming The Middle East” (Ortadoğu’yu dönüştürmek) başlıklı yazısında, Amerikan Dış İşleri Bakanı; Fas’tan başlayarak tüm Basra Körfezi’ne kadar Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu 22 devletin rejiminin ve sınırlarının değiştirileceğini ve yeni bir dünya düzeninin kurulması için bahse konu coğrafyada haritaların yeniden şekilleneceğinin o günlerden altını çizmiştir.

    Şekillenmesi öngörülen bu yeni projenin siyasi olarak tanımı BOP’tur. Büyük Ortadoğu Projesi olarak harekete geçirilen bu siyasi uğraşının önündeki en çetin engel; şüphe yoktur ki, yaklaşık bir asır evvel haçlı saldırılarını durduran ve his yoksulu o sırtlan kümelerinin çanlarına ot tıkayan M.Kemal ATATÜRK’ün Cumhuriyet Türkiye’sidir.

    Sözde Ergenekon terör örgütü adı verilen öyle meşum bir örgüt falan da yoktur aslında. Milletimizin nice aydın ve değerli vatanseverlerine karşı yakışıksız terör örgütü yaftasını uydurarak hayasızca kusanlar, milletimize fildişi kulelerinden kör gözlerle bakan BOB’un Türkiye şubesinin merhametsiz taşeronlarıdır. Milli çizgide yürümeyi bir bağımsızlık karakteri sayan Anadolu insanının, ezelden beri bir onur ve gurur abidesi olan Ergenekon isimli diriliş destanına bile tahammülsüzlük gösteren emperyalizmin işbirlikçileri, bu kutlu kurtuluş imgesini bile terörle yan yana yakıştırmışlardır. Milletimizin milli kimliğinden ve kendisinden onur duymasından beter derecede rahatsızlık duyan bu milli hassasiyetsizler, küresel güçler tarafından satın alınmış taşeron tayfaları olup, şimdilerde planlanmış BOB operasyonlarının icrası için, çok derin bir hassasiyetle görev başındadırlar.

    Gerçekte; Ergenekon adı kullanılarak var olduğu iddia edilen sözde bu terör örgütü, Türk Milleti’nin bağımsızlık simgesi olan bir hatıraya duyulan yoğun nefretin var ettiği bir gulyabanidir. Bu nefret; Ergenekon lafzında aslında tüm vatanseverleredir. Bu nefret; Atatürk ilke ve İnkılaplarına bağlı gerçek Cumhuriyetçileredir.

    Gerçekte Ergenekon; 1096 yılında Anadolu topraklarına girerek fiziki olarak insana benzemelerinin dışında bir android sürüsü hayvaniliği ile Anadolu’yu bir baştan diğer tarafa yakmış, yıkmış ve talan etmiş haçlı güruhunu Bursa önlerinde durduran Kılıç Arslan’dır.

    Gerçekte Ergenekon; Mazlum tüm dünya milletlerine örnek teşkil edecek muazzam millet eylemini başlatan, imkânsız görünen bir savunma zaferini, insanlık tarihinin nadir kaydettiği bir savaş mühendisliği ile kazanarak Emperyalizmin Asya’daki projelerini en az bir asır ertelettiren ve 22 Haziran 1919 da deklare ettiği ilk genelgesi ile teslimiyetçi anlayışı ret eden Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.

    Gerçekte Ergenekon; Türk Milleti’nin ateşle imtihan edildiği badirelerle dolu karanlık günlerinde, yorgunluğun bedbinlik tarifinin altına düştüğü o hicap dönemlerinde, inanılmaz bir şekilde millet ruhunda sökün etmiş olan toplum refleksini, bir diğer ifade ile millet direncini tasvir ederken, yüreğini Anadolu halkının yüreği ile nikahlayan milli şairlerimizdir. Gerçekte Ergenekon; Mehmet Akif ERSOY’dur. Ergenekon; Halide Edip ADIVAR’dır.Ergenekon; Mehmet Emin YURDAKUL’dur. Ergenekon; emperyalizmin kızgın ve kindar nefesini ensesinde hissederek vatanını sahiplenen bu toprağın milyonlarıdır. Ergenekon; Anadolu’dur.

    Gerçekte Ergenekon; 1071’in Malazgirt hezimetini, 1096’nın haçlı püskürtülüşünü, 1453’ün İstanbul fethini, 1915’in Çanakkale yenilgisini ve İstiklal savaşının hafızalarına kazınan büyük bozgununu yüreklerine kinle yazan Emperyalist Haçlı Güçlerinin, 2002 yılından buyana Türkiye’de yayılıp yayvanlaştığını hissedebilen her vatanseverin ortaya koyduğu milli hassasiyet kıvılcımlarıdır. Gerçekte Ergenekon; İstanbul surlarında Ulubatlı Hasan’dır. Ergenekon; Malazgirt’tir. Ergenekon; Çanakkale’dir. Ergenekon Dumlupınar’dır. Ergenekon; Niğbolu’dur. Ergenekon; Kosova’dır. Ergenekon; Varna’dır. Ergenekon; Çaldıran’dır.Ergenekon; Mercidabık’tır. Ergenekon bugünkü karabulutların üzerimize sağnak sağnak yağdırdığı çaresizliklerle, kamplaşmalarla, kavgalarla, ayrışmalarla ve zaaflarla bunalıp boğulmak değildir. Ergenokon; güçlü olmaktır, hür olmaktır, onurlu olmaktır şanla ve şerefle yaşamaktır. Ve gerçekte Ergenekon; “Ne mutlu Türküm Diyene” diyebilmektir. Hoşça kalın.

  70. Türkiye Partinin hayırlı olmasını diliyorum.
    Türk Milletinin ve siyasetinin ihtiyacı çok var milletimiz heyecanla bekliyor .Sayın Başbakanımız ALLAH C.C
    doğru yürüdüğünüz yolda yar ve yardımcınız olsun.Bizleride doğrunun yanında muafak eylesin. Saygılarımla,
    Ramis Öztürk
    Türkiye Partisi
    19MayısTürkiye Partisi Gençlik Kolları Başkan Yardıcısı

  71. MİLLETLER MEZARLIĞI
    Anadolu coğrafyası bir milletler mezarlığıdır. Tarihin nice medeniyetlerine beşiklik etmiş bu coğrafya; yine aynı çokluktaki medeniyetlerin mezar taşlarına da müze olmuştur. Bu coğrafyada istiklâl hırsınız ve güçlü olma ısrarınız yoksa, hangi millet olursanız olun ölüm kaçınılmaz bir sondur.

    Küçük Asya diye de tanımlanan Anadolu; tarih boyunca nice millet ve medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Ancak Anadolu; ekolojik olarak olduğu gibi, siyasi olarak ta yerkürenin bir kaygan zemin merkezine konuşlanmış coğrafi bir alanın adıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Anadolu; dünyanın göz merceği ve bir çekim merkezidir. Avrupa ile Asya’nın yanı sıra, Afrika ile de uzunca bir köprü mesafesiyle de olsa bir medeniyet bağının düğüm yeridir Anadolu.

    Anadolu’da bilinen medeniyetler tarihi, M.Ö. 2.000 yıllarıyla beraber tarih biliminin anlatımına konu olmuştur. Hititler, Frigler, Lidyalılar, İyonlar, Urartular, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu Anadolu’nun derin medeniyet albümünde resimleri olan bazı milletlerdir. Her bireri yüzyıllarca süren hükümranlıklarının ardından tarihten kayıtlarının silinmesine karşı koyamamışlardır.

    Anadolu bir zor coğrafyadır. Yeryüzünde her fani ölümü tadıcıdır. Ancak yeryüzünün lokal bir organı olan Anadolu’da ise; millet ve medeniyetlerin de belki kaderleri ölümü tadıcıdır. Tarihin çöp kutusunu taşıran bu milletlerin müsveddeleşen kartvizitlerinin çokluğunun tek sebebi, ortak coğrafi adreslerinin Anadolu oluşudur.

    Bu çilelerle dolu medeniyetler mezarlığı Anadolu’da 10 yüzyıldır hayat süren inatçı konuk; Türk Milleti’dir. Bu coğrafyadan kovulmaya sadece 180 dakikası kalan Türk milleti, istiklâlsizlik türbülansından mucize denilebilecek bir kıvraklıkla kurtulabilmiştir. Mezarlıkta açılan derin kabir çukuruna, boğazların bu hasta adamı Türk milletinin yuvarlanmaktan nasıl kurtulabildiğine dünya hala şaşkınlıkla cevap aramaktadır.

    18 Mart 1915 tarihinde bir volkan patlamasını andıran bir şiddetle verilen bir mücadelede; Cezayir’in Berberileri, Senegal’ın zencileri, Avustralyalılar, Kanadalılar, Yeni Zelandalılar, Hintliler, Fransızlar ve İngilizler; yorgun ve adeta tükenmiş Anadolu insanının üzerine tüm zulmetleriyle ateş kusmuşlardır. Şairin mısralarında “Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka,lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
    Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ..” diye tarif ettiği bir düşman ittifakı tarihten bir milletin kaydını düşmek için küçücük bir karaya üşüşmüşlerdir. Tarihin bu güne kadar kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşında Türk Milleti, Anadolu’da alışılageldiği üzere bu kez kadavralaştırılamamıştır.

    20. asrın başlarında Türk milleti; tarihin ateş mazgallarında ateşten geçerek kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek ve ölmemek üzere adeta çığlık çığlığa yeniden dirilmiştir ve Çanakkale’de mezarlık yolunda tabut üzerinden ayağa dikilmiştir. Mezarlıklar coğrafyası Anadolu, derin çukuruna bu kez Türk Milleti’ni alamamıştır. Üstüne üstlük; o kendisinden umutların kesildiği bu millet, siyaset rahminden ise; nekahet döneminde bile Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir siyaset ve savaş dehasını ve de bir barış önderini doğurabilmiştir. Haydi şimdi “Ne mutlu Türküm diyene” deme? Hoşça kalın.

  72. Ben Rauf ERGÜVEN sitenizde benim adıma yazılmış yazıyı silerseniz.memnun olurum.
    benim siyasetle işim olmaz,güya ben düzce oluşumunda yer almak istiyormuşum.böyle bir şey yok kardeşim benimle ilgili bu yazıyı siliniz lütfen


Yorum bırakın